FATİHA SURESİ TEFSİRİ 5. AYET

5. ayet.

Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.

Birinci ayette rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla başlayarak uluhiyette kulluğu, ikinci ayette övgüleri alemlerin rabbi olan Allah'a Has kılarak rububiyette kulluğu ve bu ayette de ibadeti yalnızca ona yapıp yardımı da yalnızca ondan bekleyerek ubudiyette kulluğu görüyoruz.

Sözlükte “boyun eğme, alçak gönüllülük, itaat, kulluk, tapma, tapınma” anlamlarına gelen ibâdet dinî bir terim olarak insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlar için kullanıldığı gibi daha genel olarak aynı mahiyetteki düşünüş, duyuş ve sözleri de ifade eder; ancak kelimenin dinî içerikli belli ve düzenli davranış biçimleri için kullanımı daha yaygındır. İslâmî literatürde genellikle bu tür davranış biçimleri için ibadet, insanın, hayatını daima Allah’a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürmesi şeklindeki kulluk duyarlılığı için de ubûdiyyet ve ubûdet terimlerine yer verilmiştir. Bir tanıma göre ubûdiyyet “kulun Allah’ın yaptıklarından memnun olması”, ibadet ise “O’nun razı olacağı işleri yapması”dır (Lisânü’l-ʿArab, “ʿabd” md.; Tâcu’l-Arûs, “ʿabd” md.).

 Buna göre ibadette belirli davranış şekilleri öne çıkarken ubûdiyyette ahlâkî ve mânevî öz ağır basmaktadır. Bununla birlikte böyle bir özden yoksun olan davranışlar ibadet sayılmaz. Nitekim ibadetin bütün tanımlarında “taat, hudû‘, zül” kelimelerinin tekrar edildiği görülmektedir. Meselâ Fahreddin er-Râzî ibadeti “saygının en ileri derecesi” diye tanımlarken (Mefâtîḥu’l-ġayb, XIV, 159) İbn Kayyim el-Cevziyye, ibadet kavramının hem sevgi hem de itaat unsurlarını içerdiğini, bu özelliklerin ikisini birden taşımayan davranışların ibadet sayılamayacağını belirtir. (Medâricü’s-sâlikîn, I, 58). Genellikle taSallallahu aleyhi ve sellemvufî kaynaklarda yukarıdaki anlamıyla ubûdiyyete daha çok önem verilirken (meselâ bk. Kuşeyrî, II, 428-432) Râgıb el-İsfahânî ibadeti “alçak gönüllülüğün en ileri derecesi”, ubûdiyyeti ise “alçak gönüllülüğün dışa vurulması” şeklinde açıklamakta, dolayısıyla ibadeti ubûdiyyetten daha önemli görmektedir (el-Müfredât, “ʿabd” md.). Râgıb el-İsfahânî ibadetin biri zorunlu, diğeri iradeye bağlı olmak üzere iki şeklinin bulunduğunu belirtir (a.g.e., “scd”, “ʿabd” md. Leri). Evrendeki bütün varlıkların Allah’ın karşı konulamaz yasalarına boyun eğmiş bir halde işlevlerini sürdürmeleri zorunlu ibadet olup bazı âyetlerde bu ibadet söz konusu varlıkların “Allah’a secde etmesi” şeklinde ifade edilmiştir (meselâ bk. er-Ra‘d 13/15; el-Hac 22/18; er-Rahmân 55/6). İradeye bağlı ibadet ise akıl sahibi varlığın hür iradesiyle yapması istenen, bu sebeple de sorumluluğa, mükâfat veya cezaya konu olan kulluk şeklidir.

İslam alimlerinin tüm bu yorumlarından anladığımız yalnızca Allah'a kulluk etmekten başka özgürlük yoktur Allah'a kulluk etmek Hürriyet Allah'tan başkasına kullanmak ise gerçek esaretin ta kendisidir. Çünkü beni tanıyan Rabbim benim neleri taşıyabileceğimi benim için hayırlı olanın ne olduğunu bilir ve emreder. Fakat Allah'ın dışındaki diğer varlıklar beni bilmez ki benden ne bekleyeceğini bilsin.

Şimdi belki aklımıza şöyle bir soru gelebilir Allah'ın Bizim yapacağımız ibadete ihtiyacı mı var.? Ya da bizim onu ululamamıza büyüklememize O'na tazimde bulunmamıza O mu ihtiyaçlı?  Değil elbette peki niye kulluk istiyor bizden. İşte alemlerin rabbi olmak budur yarattığını tanımak yarattığının neye ihtiyacı olduğunu bilmek. Doktor bize reçete yazdığında ve bunu mutlaka kullanma diye tembihlediği vakit o reçeteye onun mu ihtiyacı vardır yoksa benim mi kullanmadığım zaman bana kızarsa kendisi için mi kızmıştır benim için mi? O ilacı kullanmadığım zaman ben mi kaybederim doktor mu? İşte tüm bu soruları ve cevaplarını düşündüğümüzde kulluğa gerçekten benim ihtiyacım var çünkü o kulluktan kaçanların kimlere kul olduğunu gördüğüm zaman bu emrin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha iyi anlıyorum.

Kulluğun ne demek olduğunu Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Ebu Hureyre'ye Şu mübarek tavsiyesinden de daha iyi anlayabiliriz.

Haramlardan sakın ki, insanlar içerisinde en iyi kul olasın.

Allah’ın senin için takdir ettiğine razı ol ki, insanların en zengini olasın.

Komşuna iyi davran ki, gerçek manada mümin olasın.

Kendin için sevdiğini insanlar içinde sev ki, hakiki manada Müslüman olasın.

Fazla gülme, çok şakalaşma ki, kalbini öldürmeyip, mürüvvet sahibi olasın.”  (Tirmizi, Zühd, 2)

Ve alimlerin büyüklerinden İbrâhim Edhem'in yaşadığı şu olay hem ayete hem de yukarıda zikredilen Hadise güzel bir örnektir;

İbrahim Ethem Hazretleri azat etmek için bir köle almıştı.

Köleye sordu:

– Adın nedir?

– Ne diye çağırırsanız odur, efendim…

– Ne yemek istersin?

– Ne verirsen onu yerim, efendim…

– Ne iş yaparsın?

– Ne emrederseniz onu yaparım, efendim…

– Ne arzu edersin?

– Kölenin arzusu olur mu? Efendinin dileği, kölenin arzusudur...

Bu cevaplar karşısında İbrahim Edhem Hazretleri hüngür hüngür ağlar ve kendisine şöyle der:

Be hey miskin, kulluğu bu köleden öğren. Sen hiç ömründe Allahu Teâlâ’ya karşı böyle kul olabildin mi?

Kaldı ki Rabbimiz bize irade vermiş ve seçimimizde bizi serbest bırakmıştır.

Bu ayet bize aslında Kur'an'ın genelinde bize öğretilen İhlas suresi ile sonunda iyice aşikâr olan İhlas meselesini özetlemektedir. İhlas nedir? Yalnızca O'nun rızasını gözeterek kulluk etmektir yalnızca O'nun için...

Cüneyd-i Bağdadi nin ifade buyurduğu gibi;

İhlas rabb'i ile kul arasında bir sırdır, Melek bilmez ki yazsın şeytan bilmez ki bozsun...

Peki kulluğunu bu derece kavi yapan başkasından yardım ister mi? Başka kapıya gider mi? Gitmez elbet herkes ücreti çalıştığı kapıdan bekler. Çalıştığı kapıdan başkasından yardım ve karşılık beklemek akıllı insanların işi değildir. Belki akla şöyle bir soru gelebilir biz Allah'tan yardım istiyoruz ama polis çağırıyoruz doktora gidiyoruz. Elbette öyle zaten Allah bize yardım etmeye onları memur kılmış. Ben yardımın kendisini onlardan bilmediğim sürece sorun yok. Sebepler gözümü kör etmesin Mevlâna Celaleddin'in dediği gibi "eli görmeyen kişi yazıyı kalem yazdı sanır " eli görmeyip kaleme teşekkür etmek?

Yardımın kimden gelirse gelsin sadece Allah'tan olduğuna yürekten iman etmiş şu kadının başından geçen olay bu ayeti doğru anlamamızda bize yardımcı olacaktır.

İngiltere’de yaşayan Somali’li fakir bir kadın, yardım almak için bir radyo istasyonunu arar.

Bu radyo programını dinleyen ateist bir İngiliz, bu müslüman kadınla dalga geçmeye karar verir ve kadının isim ve adresini aldıktan sonra sekreterini çağırarak ona büyük miktar gıda ve yardım malzemeleri alıp kadına götürmesini ister.

Ve sekretere;

-“Eğer kadın gıdayı kimin gönderdiğini sorarsa, ona şeytandan olduğunu söyle” diye emreder.

Sekreter, kadının evine geldiğinde, kadın mutlulukla gelen malzemeleri kabul eder.

Sekreter ona:

-“Bunları kimin gönderdiğini bilmek istemiyor musun” diye sorduğunda;

Fatima isimli okuma yazma bilmeyen bu kadın malzemeleri gönderen ateist İngiliz düşünürü Dr. Timothy Winter’in müslüman olup adını Abdülhakim Murad olarak değiştirmesine vesile olacak şu hârika cevâbı verir:

Hayır, ilgilenmiyorum. Çünkü Allah bir şeyin olmasını istediğinde şeytanlar bile ona itaat eder” der.

Evet adını sanını bilmediğimiz bu kadıncağız sırrı çözmüştür kimden gelirse gelsin O'ndan gelmiştir yardım...

Tabii burada dikkatimizi çeken bir başka güzellik de Rabbimizin bizden söz alırken buna hem geniş zamanlı bir fiille hem de çoğul fiille o sözü alması.

Kulluk ederiz, yardım dileriz; her iki fiilde de Rabbimiz muzari tipini yani şimdiki zaman ve geniş zaman yerine geçen bir kipi ve aynı zamanda çoğul anlam ifade edecek şekilde sure'de zikretmiştir. Anlıyoruz ki kulluk belli bir zamana has değil. Camide yaptım artık çıktıktan sonra kulluğum bitti diyemem, Kâbe’ye gittim döndükten sonra kulluğum bitti diyemem geniş zamana aittir kulluğumuz her vakit kulluk makamında olmamız gerekir. Tıpkı Hicr 99 da ifade buyurulduğu gibi "Sana kesin olan şey gelinceye kadar rabbine kulluk et."Yani Rabbimize kavuşuncaya kadardır bizim kulluğumuz...Yani daimidir. Hatta el ayak çekilip kendi başıma kalsam dahi ben yine O’nun kuluyum. Halvette de O'nun razı olmadığı işi yapamam. Bu durum;

Nerede olursan ol Allah`tan kork; kötülük yaparsan, peşinden hemen iyilik yap ki, kötülüğü silip götürsün, insanlara karşı güzel ahlakla davran. “{Tirmizi}

Hadis-i şerifi ile en güzel şekilde özetlenmiştir.

 

Yine Hicr 99 deyince Seyyid Abdulkadir Geylani'nin yaşadığı şu olayı da örnek vermekte fayda var; bir gün Abdulkadir Geylani gaipten şöyle bir ses işitir:

- "Abdülkadir Ben senin Rabbinim sana haramları mubah serbest sıkıldım başkasına yasak olan şeyleri helal kıldım."  Bunun üzerine Abdulkadir Geylani hemen euzu besmele çekti ve

-‘’sus ey mel'un’’ diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses

-"Ey Abdulkadir Rabb’inin izniyle çeşitli yerlerde bana aldanmayarak şerrimden kötülüğümden şimdilik kurtuldun. Halbuki ben bu yolla 70 kişiyi yoldan çıkarmıştım"

 Dedi. Etrafındakiler onun şeytan olduğunu nasıl anladın diye sorduklarında Hicr suresi 99. ayeti okuyarak Allah bize ölüm gelinceye kadar kulluğu emrediyor hayattayken kulluğu bırakmayı değil dedi.

Kulluğa dair sayısız örnek verebiliriz. Hatta Fatiha'nın her ayeti üzerinde uzun uzun konuşabiliriz tıpkı İbni Arabi'ye ithaf olunan; Fatiha'nın b harfinin noktasına 40 cilt kitap yazarım sözü bunu daha iyi açıklar fakat Fatiha'yı incelediğimizde sanki her ayet birkaç surenin özeti gibi kodlanmış ve sureler indikçe o şifreler çözülmüş O yüzden biz de daha geniş açıklamayı o surelerin tefsirine bırakarak fiilin çoğul zamirli gelişi üzerinde konuşmaya devam edelim.

Bu hal bize gösteriyor ki bu din Allah ile benim aramda kalacak bir din değil hatta Allah ile benim aramda okuduğumu düşündüğüm zamanlarda dahi (örneğin tek başıma namaz kılarken) Rabb'im benden çoğul söylememi istiyor. Yani tek bir fert olsam dahi müminlerin sayısını arttırmak için çabalamam lazım. Fakat İbrahim Aleyhisselam gibi onca çabaya rağmen babası dahi iman etmemiş biri de tek başına bir ümmettir Çünkü Allah çabamıza bakar sonuca değil. Evet çoğul konuşacağız çoğul dua edeceğiz çoğul yaşayacağız…

ÇOCUK EĞİTİMİNE BAKAN YÖNÜ:

Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. İslam'ın cemaat dini olduğuna toplu olarak yaşanması gerektiğine değinmiştik. İşte şimdi bu topluluğun çocuğum için önemine değineceğim. Evet çocuğumu belki 6-7 yaşına kadar steril bir ortamda büyütmeye çalıştım, günahtan hatadan uzak tutmaya fakat sonra? Yine insan içine çıkacak, okula gidecek oradan belirli bir kültür alıp eve getirecek, farklı arkadaşları olacak nereden öğrendin bu sözü ya da bu davranışı dedirtecek haller göreceğiz onda. Peki ne yapacaksın bu durumda iyilik havuzları oluşturmam lazım çocuklarımı içine atacağım. Aynı endişeyi aynı hikâyeyi dert edinmiş ailelerin çocuklarıyla bir arada tutmam lazım. Yoksa ona yedi yaşında bir çocuğun namaz kılmasının önemini anlatamam. Birlikte sahura kalkmanın oruç heyecanının önemini de. O yüzden "kulluk ederim yardım beklerim" değil "kulluk ederiz yardım bekleriz." O yüzden bu dini toplu halde yaşamamız lazım. Tabii burada çocuğuma kulluğu kime yapacağını ve kimden isteyeceğini de öğretmem lazım. Biz ancak Allah'ın önünde eğiliriz düsturunu öğrenmesi lazım çocuğumuzun. Bunun en güzeli de bizim örnekliğimizde öğrenmesidir. Küçücük menfaatler karşısında Rabbimizin emirlerini Rabbimize kulluğunu terk eden bir insan çocuğuna dik durmayı nasıl öğretebilir? Muhtaç oldukları karşılığında yardım isterken Rabbimden başka herkesin kapısını çalan insan çocuğuna rabbinden istemeyi nasıl öğretecektir? Eğer yalnız O’na kul olursam beni dünyaya sultan eder O’ndan başkasına kul olanı herkese kul eder. Bu durumu Yahya bin Muaz rahmetullâhi aleyh şöyle anlatmış;

"Ben atımda bir huysuzluk ya da ev halkın da bir itaatsizlik görsem rabbime itaatimi sorgularım"

İşte çocuğumun da bunu öğrenmesi lazım sadece O’na kul olmayı ve O’na kul olana her şeyin boyun eğeceğini. Biz sadece ona kul olan atalarımızla üç kıtada at oynattık Sadece O'na boyun eğmeleri sayesinde...

İşte Rabbimize olan mutlak itaatimiz birçok şeyi belki de konuşmamıza gerek kalmadan çözecektir. Bugün her şeyi konuşarak anlatabileceğimizi düşünüyoruz fakat görünmez sebepleri göz ardı ediyoruz.

Tabii yalnızca O'na kulluk ettiğimiz gibi yalnızca O’ndan yardım dileyeceğiz fakat bunu çocuğa öğretirken (kısmen yukarıda anlatmış olmakla beraber) şu farkını izah etmeyi unutmayalım. Dua ettim hemen kabul edilecek beklentisinde olan bir çocuk isteklerinin sürekli doğru mu yanlış mı demeden anında yerine getirilmesine alışmış bir çocuktur. Halbuki Hz. Ali "Ben Allah'ın rabb olduğunu istediğim her şeyi vermeyişinden anlarım" demiştir ne kadar izah edici bir cümle değil mi terbiye eden her istenileni istenildiği vakitte veren değildir tam da olması gereken zamanda gönderendir. Peki biz çocuklarımızın isteklerine karşı nasıl bir davranış sergiliyoruz mesela yeter ki sussun diye her istediğini verme hatasına düşüyor muyuz? Ya da fedakâr bir anne baba rolüne bürünmek adına bu hatayı yapıyor muyuz? Beklemeyi öğreniyor mu çocuklarımız? Yoksa her istedikleri önlerinde olsun diye başka bir kardeş düşüncesini bile öteliyor muyuz? Peki her istedikleri önlerinde olunca mutlu olacaklar mı gerçekten? Aslında tam da bu davranışla onları mutluluklarını çalmış olmuyor muyuz? günlerce isteyip sabredip hatta para biriktirip emek sarf edip eline geçen de hop diye önünde bulduğunun sevince aynı olur diye mi düşünüyoruz yoksa.

Bu durumda dua eğitimini tekrar gözden geçirmek lazım dua adabını doğru bir şekilde öğretmek lazım bunun yolu da yukarıda da zikrettiğimiz gibi Rabbini doğru tanınmasından geçiyor.

Peki yardım istemenin başka yolu var mı Bakara 153 de Rabbimiz şöyle buyuruyor "sabır ve namazla yardım isteyin" İnşallah bir gün Bakara tefsirinde bu ayeti uzun uzun açıklarız ama şu kadarını bilelim; bizler eğitimi sadece konuşularak ve örnek olunarak ortaya konacak bir kavram zannediyoruz. Fakat bazen konuşmadan sadece dua ederek ya da duayı eğitimin bir parçası görerek yola devam etmeliyiz. Örneğin sorduğu herhangi bir konuda en ince ayrıntısına kadar öğrenen bir genç yine de gönlü o güzelliğe yatmayabilir fakat sabırla ve belki de 2 rekât hacet namazı ile yalvarsak Rabbimize o güzellikleri o gencin de gönlüne sevdirmesi için belki de söylediğimiz bir ton sözden daha etkili olacaktır. Onun için sabır ve namazla yardım. Mesela Efendimiz Aleyhisselam'ın tavsiye ettiği hacet namazını zengin olmak için kıldık, işyeri açmak için kıldık, hatta çocuk sahibi olmak için kıldık da belki hiç çocuklarımızın eğitimlerinde ahlaklarında Rabbimizin razı olduklarından olmaları için kıldık mı? Rabbimizden yardım istemek sabırla ve namazla olur ve ikisini bir arada götürebilen ebeveyn bir arada götürebilen hoca başarılıdır hem verdiği eğitimin bir anda sonuç vermesini beklemek yerine daha sabırlı davranmak hem de namazla bunu desteklemek işte bu iki kanat kişiyi arzu ettiği sonuca götürecektir inşallah.

 

 

 

Seviker
Yükleniyor...