FATİHA SURESİ TEFSİRİ 2. AYET
2. Ayet
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْـعَالَم۪ينَۙ
Hamd, alemlerin Rabbinedir.
Bir önceki ayeti kerimede adı ile O’nun adına yaptığımız iş ile birlediğimiz Rabbimizin Şimdi de övülme noktasındaki eşsizliği dile getiriliyor. Ayeti doğru anlamak için önce HAMD kelimesinin anlamını inceleyelim; TDV İslam ansiklopedisi kaynağına göre, bütün medih türlerini içeren, sevgi ve tâzimle Allah’a yönelen övgü ve şükür anlamında bir terim. Bütün medih türlerini içerir çünkü sadece methetme şeklinde alsaydık bu sadece bizim gördüğümüz bir iyilik güzellik karşısında yapılır fakat bizim göremediğimiz nice iyilik ve güzellikleri vardır Rabbimizin…
Sözlükte “iyilik, güzellik, üstünlük ve erdemlilikle niteleme, övme” mânasına gelen hamd isim ve masdar olarak kullanılır.
Hamd şükrü (teşekkürü) de içine almakla beraber şükür'den ayrı bir kavramdır. Çünkü şükür verilene yapılır Hamd ise her halde yapılır. Çünkü Allah'ın yarattığı her şey güzeldir ortaya koyduğu her iş güzeldir fakat bu bazen özü itibariyle bazen neticesi itibariyle güzel olduğundan herkes göremeyebilir fakat görsek de görmesek de Rabbimizden geleni övmeniz lazım. Hamd ile şükür arasındaki farka şöyle bir örnek verebiliriz. Kişi çocuğu doğduğunda şükreder sağlığına kavuştuğunda da şükreder çünkü bilir ki şükrettiği nimet artar Rabbimiz İbrahim suresi 7. Ayet-i kerimede
وَاِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Hatırlayın! Rabb'iniz: "Eğer şükrederseniz mutlaka size nimetlerimi artırırım, eğer nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir!" diye bildirmişti.
Buyurduğu üzere şükretmek arttırır. Fakat çocuğu öldüğünde ya da sağlığı elinden aldığında şükretmek değil Hamd etmek gerekir bu konuda şu iki hadisi şerifi örnek verebiliriz.
Ebu Musa (Radıyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Bir kulun çocuğu öldüğü vakit Allah-u Teâlâ meleklere:
− ‘Kulumun çocuğunun canını aldınız mı?’ buyurur.
Melekler:
− ‘Evet’ derler.
Allah-u Teâlâ meleklere:
− ‘Gönlünün meyvesini mi aldınız?’ diye sorar.
Melekler:
- ‘Evet’ derler.
Allah-u Teâlâ meleklere:
− ‘Kulum ne dedi?’ diye sorar.
Melekler:
− ‘Sana hamd etti ve biz Allah’a aidiz O’na döneceğiz’ dedi’ derler.
Allah Azze ve Celle meleklere:
− ‘Kulum için cennette bir ev yapın, o evi hamd evi diye adlandırın’ buyurur’ dedi.” (Tirmizi, Ahmed Müsned)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kul hastalandığı zaman, Allah ona iki melek gönderir:
"Bakın bakalım, ziyaretine gelenlere ne diyor?" der.
Eğer gelen ziyaretçilerine karşı, Allaha hamd ederse, durumu hemen Allaha bildirirler. Allah da şöyle der:
"Bu kulumun ruhunu alırsam, mutlaka onu cennetime koyacağım. Şifa verip iyileştirirsem, ona etinden daha iyi bir et, kanından daha iyi bir kan vereceğim. Üstelik tüm günahlarını da örtüp, bağışlayacağım."
(Atâ radıyallahu anh. Mâlik. Ömer Sevinçgül hadis el kitabı/ 268)
Tüm bunlardan anlaşıldığı gibi hamd, şükrü de içine alan fakat şükür, şükredildiği zaman kesinlikle niye şükür edildiyse arttıracağı Allah tarafından vaat edilen bir kavramdır.
Hamd ile alakalı hadis-i şeriflere ve hamdın üstünlüğüne gelecek olursak;
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
“Allah’a hamdederek başlanmayan her mühim iş bereketsiz olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 18/4840)
Enes bin Mâlik (radıyallahu anh.) der ki: Rasûlullah şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, kulun yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra, bunlar sebebiyle hamd etmesinden râzı olur.” (Müslim, Zikir, 89. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime, 18/1816)
Câbir bin Abdullah (radıyallahu anh.) der ki: Rasûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:
“En faziletli zikir «Lâ ilâhe illallah», en faziletli dua da «el-Hamdülillâh»tır8.” (Tirmizî, Deavât, 9/3383)
Kıyâmet günü insanlar düz bir arâzide toplanırlar. Bakıldığında hepsini de görmek mümkündür, biri seslendiğinde sesini hepsine de işittirebilir. O gün bir münâdî üç defâ:
«‒Bugün herkes asıl değerli insanların kimler olduğunu bilecek!» diye nidâ ettikten sonra:
«‒Nerede korku ve ümitle Rablerine yalvarmak üzere (teheccüde kalktıkları için) vücutları yataklardan uzak kalan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infâk edenler?
Nerede o ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlar?»
Daha sonra bir başka münâdî:
«‒Bugün herkes en değerli insanların kimler olduğunu öğrenecek!» diye nidâ ettikten sonra:
«‒Nerede Rablerine çok çok hamdeden Hammâdûn!» diye nidâ eder.” (Hâkim, Müstedrek, II, 432; Beyhakî, Şuab, IV, 539)
“Allah Teâlâ, Halîli Hz. İbrâhim’i niçin: «Çok vefâkâr olan İbrâhîm» diye tavsif etti, size haber vereyim mi?” diye sordu ve şöyle devam etti:
“Çünkü o, her sabah ve akşam şöyle derdi:
«Akşama ulaştığınızda ve sabaha kavuştuğunuzda tesbih Allah’adır (O’nu tesbîh edin!). Göklerde ve yerde, hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde de (Allah’ı tesbih edin!) (Rûm 30/17-18) (Ahmed, III, 439)
- Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm sofrasını kaldırdığı zaman şöyle derdi:
“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz. (Buhârî, Et`ime 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 52; Tirmizî, Daavât 55; İbni Mâce, Et`ime 16)
-Fedâle İbni Ubeyd radıyallahu anh şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazdan sonra Allah’a hamd etmeden, Peygamber Aleyhisselam’a salâtü selâm getirmeden dua eden bir adamı işitti. Bunun üzerine:
“Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı. Ona veya bir başkasına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamdü sena etsin, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e salâtü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.”
Ebû Dâvûd, Vitir 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 65; Nesâî, Sehv 48
Hamd ile alakalı hadislerin tamamını buraya alamayacağımız kadar çoktur.
Fakat burada bizim dikkatimizi çeken müminin hayatının hamdleşmesi gerektiğini efendimizin hayatının her alanında hamd etmesinden anlıyoruz. Yediğimiz yemekten giydiğimiz kıyafeti hatta ihtiyaç gidermeye varıncaya kadar tüm alanlarda Allah Rasulü hamdı ön plana çıkarmış ve diğer kutsal kitaplarda ümmeti Muhammed'in özelliği ‘’Hammâdûn’’ yani çokça hamd edenler olarak yer almıştır. Hamd kökünden gelen kelimeler bu dünyada da ahirette de hamd ile kuşatılmamız gerektiğini gösterir aslında. Ahirettekine örnek verecek olursak livaül hamd denilen o mübarek sancağın altında toplanmak isteyen mümin bugün hayatını hamd üzere yaşamak zorundadır. Makam-ı Mahmud'un sahibinin şefaatine ulaşmak isteyen mümin yine hayatını hamd ile yaşamak zorundadır. Hamd konusunda örneğim kimdir? O da yine en bilindik 4 isminden 3'ü hamd kökünden gelen Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa'dır. Bunca hamd ile kuşatılan müminin hamdden uzak bir hayat sürmesi ya da hamden uzak bir hayat sürerek Muhammed Aleyhisselam’a makamı Mahmud'a livaül hamd e yakın olması mümkün müdür? Neye talipsek ona uygun bir hayat yaşamak zorundayız. Hamîd olan rabbin kulluğuna talip olan hamd etsin.
-Muhammed Aleyhisselam'ın örnekliğine talip olan hamd etsin
-Şefaat makamının (Makam-ı Mahmud) şefaatine talip olan hamd etsin.
-Liva ul hamd in altında toplanmaya arzulayan hamd etsin.
- Ve son olarak Efendimiz Aleyhissalâtu vesselam'ın buyurduğu gibi Cennete ilk çağrılacak olanlar bollukta ve darlıkta Allah'a hamd edenlerdir (tergib ve terhib) Cennete ilk çağrılmak isteyen her hal üzere hamd etsin.
Peki ya hamd edeceğim Allah kimdir? Neden hamd edeyim?
Çünkü o alemlerin rabbidir. Bir tek beni hatta bir tek yaşadığım dünyayı değil benim dışımda sayısını bilemediğim alemleri yaratan yaşatan terbiye eden ölçü koyan Allah'tır.
Rabb ne demektir?
Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” manasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rbb” md.).
Sözlük açıklamasından da anlaşılacağı gibi yarattığını başıboş bırakmayan ilk aşamadan son aşamaya kadar gözetim dahilinde tutan terbiye eden anlamına gelir
Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca Allah kastedilir. Sahiplik ve terbiye edicilik özelliğini ifade eder fakat bazen ek alır bu kelime ve rabbu’dar (ev sahibi) ya da rabbetül beyt (evin hanımefendisi) gibi terkipler olarak da kullanılır.
Alem kelimesinin anlamını gelince;
Maddi ve manevi görülen ve görülemeyen dünyada ve ahirette Allahu Teala'nın yarattığı her şeydir. Görülen hissedilen insan bilgisinin ulaşabildiği maddi varlıklara mülk ve şehadet alemi madde ötesi varlıklara da gayb ve melekût alemi denilir. Galip ve melekut aleminin tek sahibi Allah'tır mülk ve şehadet aleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri olabilir. Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehadet ve mülk alemi yani bizim görüp tanıklık edebildiğimiz alem garip ve melekût âlemine nispeten denizden bir damla sahradan bir kum tanesi kadardır. Şimdi buna birkaç örnek verelim ki bizim gördüğümüz alemdeki derinliği görüp garip ve melekut aleminin derinliğine anlamamıza yardımcı olalım.
Güneş'in içine 1,3 milyon adet Dünya sığar. Bu da muazzam sayıda Dünya anlamına geliyor. Satürn ve Jüpiter gezegenleri ise Güneş Sistemi'nin yüzde 0,14'lük kısmını oluşturur. Güneş'in içine kaç adet Dünya sığacağı nasıl hesaplanır? Eğer Güneş'in içine kaç tane Dünya sığar hesaplamasını kendiniz yapmak istiyorsanız şu yöntemi izlemelisiniz. Güneş'in hacmi 1412 x 10 üzeri 18 kilometreküptür. Dünya'nın hacmi ise 1083x10 üzeri 12 kilometreküptür. Eğer Güneş'in hacmini Dünya'nın hacmine bölerseniz ortaya çıkacak rakam 1 milyon 300 bin olacaktır.
Güneş'ten daha büyük olan yıldızlar hangileridir?
Güneş orta boyutta bir yıldızdır. Güneş'ten çok daha büyük kütle ve hacme sahip yıldızlar bulunmaktadır. Örneğin kızıl cüce yıldızı Betelgeuse^nin yarıçapı Güneş'ten 936 kat büyüktür. Bu da Betelgeuse yıldızının Güneş'ten milyonlarca kat daha hacimli olduğu anlamına geliyor.
Galaksideki en büyük yıldız hangisidir?
Bilinen en büyük yıldız olan VY Canis Majoris'in yarıçapı ise Güneş'ten 1800 ila 2000 kat daha büyüktür.
Bu bilgiler henüz üzerimizdeki dünya semasına ait bilgiler onun üzerindeki 6 kattan haberdar değiliz zaten haberdar olsak havsalamızın sınırlarını ne kadar zorlayacaktır. Güneş sistemine ait bize göre büyük, Rahman'ın yanında sözü bile edilemeyecek kadar küçük bir bilgiden dahi anlayabiliyoruz.
Şimdi bu durumda sınırlı olan yeryüzünün dahi sırlarına henüz erememişken gökyüzü hakkındaki bilgilerimiz hala sınırlı iken ve dünya sinemasının üzerindeki 6 kat gökten habersizken garip ve melekut alemini nasıl anlayabiliriz anlamadığı bir alemi insan anlamadığı için inkâr etme lüksüne sahip midir? Sanki şu anda elimizde var olan gözümüzle şahit olduğumuz âlemin sırlarını anlayabildik mi yoksa anlayamıyorum diye bunu da mı inkâr edeceğiz?
O zaman bu uçsuz bucaksız kâinatın rabbi elbette hamde layıktır demekten öte bir sözümüz olmuyor. Bütün övgüler O'nundur
Şimdi görünen ve görünmeyen bunca âlemin terbiyesini ve idaresini düşündüğümüzde terbiye ve gözetim kaçağı olan insanın ne büyük hata ettiğini daha iyi görüyoruz. Rabbinin terbiyesinden kaçan insan çocuğunu eğitmeyi düşünüyor. Ve bu işi Rabb’inin terbiyesi dışında güzel yapabileceğini düşünüyor ne garip...
Sözün özü Rabb’inin terbiyesine giremeyen insanın çocuk terbiyesi de hep kusurlu kalacaktır.
ÇOCUK EĞİTİMİNE BAKAN YÖNÜ:
Madem hayatında güzellik adına övülecek ne varsa her nimet Allah'tan o zaman en çok Rabbimi öveyim sonra da Rabbimin övdüklerini... Peki sorayım kendime, ben çocuklarımın yanında kimi ya da kimleri övüyorum? Kimlerden sitayişle bahsediyorum? Övdüğüm kimselerden övdüğüm işlerden Allah razı mıdır gerçekten? Benim övdüklerimden çocuklarım kesinlikle etkilenecek ise ve ben Allah'ın razı olmadığı bir işi, bir kıyafeti, bir kişiyi çocuklarımın gözünde övülecek bir makama çıkardıysam ne kadar vebal sahibi olurum? O halde çocuklarımın yanında övdüklerime hürmet ettiklerime sevip saydıklarıma dikkat... Benim sessiz takipçilerim sevgili yavrularım her şeyi dikkatle ve özenle takip ediyor çünkü... Bu durumda benim sevdiklerim onun da sevdikleri ve övdükleri olacağına göre Allah'ın razı olduğunu övmekten ve tabii çocuğum rızaya uygun bir iş yaptığında sevinip tebrik etmekten başka çarem yok. Hangi işi yaptığında öve öve göklere çıkarıyorum çocuklarımı ya da onların yanında herhangi birini sözlerime çok dikkat edeyim tüm insanlarla insanlıkta eş, müslüman olanları ile de kardeş olsam dahi günahını överek çocuğumun aklında yanlış bir intiba bırakmamalıyım. Yine hamdın ‘’O'ndan gelen güzeldir’’ anlayışı olduğunu yavruma öğreteyim. Eskilerin güzel bir sözü vardı "Allah'tan kötüsü gelmez" eğer Allah'tan geldiyse ya özü itibariyle güzeldir ya neticesi itibariyle O yüzden ondan gelen güzeldir... Ona hamdın en güzel örneklerinden biri olan Eyyûb Aleyhisselam'ı öğreteyim ki ondan ne gelirse gelsin güzel olduğunu bir kere daha anlasın...
“Eyyûb, mûcizeli suda yıkandığı sırada, önüne bir sürü altın çekirge düşmüştü. Eyyûb, bunları hemen toplayıp elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
«–Ey Eyyûb! Görüyorsun, Ben malını sana iâde etmek sûretiyle seni zengin kılmadım mı?» buyurdu. Hazret-i Eyyûb:
«–Evet yâ Rabbî! Beni o sûretle zengin kıldın. Fakat Sen’in hayır ve bereket hazinelerinden müstağnî kalamam. Bu sebeple ind-i ilâhîden her ne buyrulursa kabûlümdür. Çünkü veren Sen’sin, Sen’in verdiğin şeyi nasıl reddederim?!» dedi.” (Buhârî, Gusl, 20; Enbiyâ, 20; Nesâî, Gusl, 7)
Hastalığa, evlat acısına yok demeyen Eyyûb Aleyhisselam elbette ki Rabbinden gelen rızka da hayır demeyecekti. Belki de hayatı hamdleştirmek buydu. Ne gelirse gelsin kabul...
Peki ya ‘’Rabbu'l Alemin’’ in çocuğun terbiyesine bakan yönü nedir?
Öncelikle inandığı Allah'ın dua edeceği Allah'ın kudretini görmesi için ona alemlere bakmayı öğretmek lazım.
Sadece bizim gördüğümüz dünya semasındaki ki bunun üzerinde 6 kat Gök daha vardır ve biz henüz dünya semasındaki göğün sırlarını keşfedemedik ve bu uzaydaki genişliğe yukarıda bu ayetin tefsirini yaparken birkaç örnekle anlatmaya çalıştım. Örneğin uzaydaki genişliği anlayamaz belki çocuk ama mesela uçakları helikopterleri örnek verirken gökte uçan kuşları ve onlar üzerinde düşündürmeyi unutmamalı. Bazen çocuklara ilgisini çeksin diye gökteki uçağı gösteririz fakat ondan çok daha büyük tasarım harikası bir kuş gözümüzden kaçar. Ya da hız tutkunu erkek çocuklarımıza hızlı dinamik arabaları gösterirken bir çitadaki esneklik ve hız göz ardı edilir. Halbuki kâinattaki güzellikleri okusak teknolojinin şu anki geldiği son noktanın dahi Allah'ın yarattığı en basit şeyin bile kötü bir kopyası dahi olamayacağını görürüz. Çocuk, Rabb'inin kudretini gördüğünde O’nu tanıdığında dua konusunda da kulluk konusunda da ve beklentileri konusunda da daha emin olacaktır. Bu konuda Daha önce sorulmuş olan bir soruya cevap verdiğim bir yazımı buraya almanın faydalı olacağını düşünüyorum;
Soru;
On yaşında bir çocuk gelip sorup derse hani sen bana Allah merhametli demiştin. Öyle olsaydı ben O'ndan o kadar çok bisiklet istiyorum ki ama vermiyor niye biz zengin değiliz niye bizim bir bisiklet alacak paramız yok? Ben artık Allah’tan bir şey istemeyeceğim vermiyor bana derse nasıl yapabiliriz ne diyebiliriz?
Cevap:
Değerli kardeşim çocuklara dua konusunda bir eğitim vereceksek buna önce ona nasıl bir ilaha dua ettiğini öğreterek başlamamız lazım. Hiçbirimiz nelere gücü yettiğinden, nelerden razı olduğundan ve istediğimizde ne kadar vereceğini bilmediğimiz bir varlığa isteklerimizi rahat sunamayız. Bir düşünelim istekte bulunacağımız birini kimler arasından seçeriz? Bizim gibi ihtiyaçlı olanlardan mı verirken minnet edenlerden mi yoksa hem ihtiyaçsız hem de verirken güzel veren isterken güzel isteyenlerden mi? Elbette ki tercihimiz 3. Şık olurdu. Şimdi bu minvalde devam edecek olursak çocuk Rabb'inin merhametli olduğunu bildiği gibi her şeyi tam zamanında ve tam yerinde vereceğini de bilirse böyle bir sitemde bulunmaz. O yüzden ona dua ettiği varlığı tanıtmak lazım. Gerçi eğri oturup doğru konuşacak olursak acaba biz dua ettiğimiz Rabbimizi ne kadar tanıyoruz? O'nun isimleri ve sıfatları konusunda ne kadar bilgi sahibiyiz? Mesela sadece isimlerini saymaya kalksak dahi takılmadan 99 ismini yarısını sayabilir miyiz? Henüz açıklamalara gelmedim sadece isim olarak soruyor olsak dahi...
Belki de bizim de dua etmekte zorlanma sebeplerimizden biri de bu olabilir mi? Allah'tan bir istekte bulunup sonra da bu maaşla nasıl acaba diye soruyor muyuz kendimize? Malikül Mülkten istediğimizi bilmemize rağmen... Ya da isteğimizin acele kabul edilmesini arzu ediyor muyuz Allah'ın es Sabur ismini bilmeyişimizden kaynaklı olarak.
Çocuklara dua konusunda öncelikli olarak öğretmemiz gereken şeylerden biri O'ndan istemek ise diğeri de bizim istediğimiz zaman olmayabilir önemli olan O'nun dilediği zaman verileceği, doğru zamanın o zaman olduğu düşüncesini aşılamak. Unutmayalım ki dua üç şekilde kabul görür hadis-i şerifte buyurulduğu gibi;
Ya istenen verilir
Ya daha hayırlısı verilir
Ya da ahirete ertelenir.
İstediği bisikletin ona burada verilmemiş olması belki de onu büyük bir kazadan tehlikeden korumuştur. Fakat elbette ki o istemeye devam edecek sadece istediğinden dolayı dahi hem sevap kazanacak hem ahiret yatırımı olacak. Tabii bir de doğru tevekkül anlayışını işlemek lazım çocuğa... Dua iki türlüdür;
Fiili dua
Kavli dua.
Kavli dua dil ile yapılan, fiili dua ise o duanın kabulü için bizim gösterdiğimiz samimiyet ve çaba. Soruda bisiklet geçtiğinden dolayı o örnekle yola çıkalım; örneğin çocuk Allah'tan bisiklet istedi peki bu bisikleti alabilmek için nasıl bir çaba sarf ediyor. Elindeki imkanları değerlendirebiliyor mu? Mesela belediyenin açtığı yarışma belki o bisikletin ona gelmesi için bir sebeptir, düzenlenen kitap okuma yarışmaları bir sebeptir ya da küçük küçük harçlıklarını bir kenara koymak bir sebeptir. Yani üzerine düşeni yapıp yapmadığına bakması lazım. Allah sebepsiz de yaratabilir. Fakat önce kulun yapması gerekenleri gözden geçirmesi lazım.
Eğer bir anne çocuklarının tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılıyor ve çocuk üzerine düşeni yapmayı öğrenmeden büyüyorsa bu çocuk ileride şöyle bir kişilik olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bir şeyleri sadece ister, yapmak için çabalamaz ve o istedikleri olmadığında sürekli başkalarının başarılı çocukları, mutlu yuvaları hatta kişisel başarıları onun markajında olur ama hangi sebeple? Şu sözleri dile getirmek için " Allah onlara veriyor bana vermedi " halbuki gözden kaçırdığı şey o başarılı çocukların annesi Allah'ın izniyle birçok lüksünden gezmesinden tozmasından hatta insanî ihtiyaçlarından kısarak çocuklarının iyi yetişmesi için elinden geleni yapmıştır. Ya da mutlu bir yuvanın sahibi olarak dışarıdan görünen bireyler o evin içerisinde huzuru hâkim kılmak için kim bilir rahatından ne tavizler vermiştir.
Ezcümle üzerine düşeni yapmayı öğrenmeden büyüyen çocuklar ileride hep başkalarının yaşamına imrenerek Allah korusun belki bir adım ötede kıskanarak hayatlarını sürdüreceklerdir O yüzden gerek dua eğitiminde gerekse genel olarak çocuk eğitiminde bilmemiz gereken en önemli noktalardan birisi annenin fedakarlığı kadar çocuğun da sorumluluğunu bilerek büyümesidir. Bu şekilde bir cevapla inşallah hem sorunuza ışık olmuş hem de dua eğitimine katkıda bulunmuş olmayı umut ediyorum...
İşte bu yazıda da olduğu gibi çocuğun Rabbini tanıması çok mühim.
Rabb demek terbiye eden demek. Peki alemlerin terbiyesini veren Allah benim ve çocuğumun terbiyesinde kusurlu davranabilir mi ki ben çocuklarımı öğrencilerimi terbiye etmek için başkalarının kapısını çalayım? Alemleri terbiye eden bizi terbiye etmekten aciz olur mu? Terbiye eden Rabbimin ayetleri varken en güzel örneğimiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi şerifleri varken Ben başka kapıları mı çalıyorum yoksa? Belki de çocuk eğitimi konusunda hadisler çok kısıtlı diye gidiyorumdur başka kapılara az sayıda diye belki de... Halbuki çocuğumu eğitmek için referans olarak ayet ve hadisleri alsaydım Rabbimin kitabından her ayet bana bir işaret olacaktı. Rabbim Allah'tır deyip terbiye için başka kapıları çalmak en azından rab olarak Allah'ı din olarak İslam’ı peygamber olarak Muhammed Aleyhisselam'ı seçtim ve razı oldum diyen bir mümine yaraşmaz. Eğer hadisi şerifleri bu konuda kısıtlı görüyorsak yeterli bir bakış açısına sahip olamayışımızdandır. Yoksa Her hadis bu konuda yolumuzu aydınlatan bir levhadır. Sadece bir hadis ile bu konuya örnek vereyim.
Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş’ari radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam edip gider.” (Müslim, Tevbe 31)
İlk bakışta Rabbimizin engin merhametini bize öğreten bu hadis-i şerif aslında annelere ve eğitimcilere de bir ipucu vermektedir. Mühlet vermek denen bu harika metot gencin ve çocuğun hatasını anlayıp hata yaptığı kişiye dönünceye kadar süre vermektir. Bizim çocuğumuzdan ya da öğrencimizden beklentimiz hatasını hemen anlayıp dönüp özür dilemesi, yaptığımız ise bu konuda baskıcı davranmaktır. Çabuk özür dile, hemen dön şeklinde fakat Rabb'imiz koca koca insanlara dahi yaptıkları hatalar karşılığında en az bir gün ya da bir gece hatalarını anlayıp dönmeleri için müsaade eder bazen bu müsaadenin ucu can boğaza gelinceye kadar uzayabilir o yüzden hatalarını anlamak için müsaade etmek öğüt vermek doğru bir eğitim metodudur. Ve uygulandığında güzel dönütler alabileceğimiz anneciğim babacığım öğretmenim hata yaptım deyip gelebilecekleri bir yöntemdir fakat biz bu konuda ısrarcı sıkıştırıcı hemen yapılması gereken bir ritüel olarak özür dileme konusunda baskıcı davranırsak aynı sonucu alamayız.
İşte bu hadis-i şeriften de anladığımız gibi Aslında çocuk eğitimine dair hadis çok, alan geniş Fakat önce hadislere o gözle bakmakla başlayacağız olaya ve bu gözle bakmaya başladığımızda anlayacağız ki alemleri terbiye eden beni de çocuğumu da terbiye etmekten aciz değildir başka bir kapıya ihtiyaç hissettirmeyecek kadar çok materyal vermiştir benim elime bana vermiş olduğu temiz fıtrat da bu materyallerden biridir Eğer fıtratını dış etkenlerle bozmaz ve kirletmezsem sağduyu denen şey bana bir çok doğru ipucu verecektir.
Kâinattaki muhteşem terbiyeyi, nizamı gördüğümüzde ve insan elinin değmediği yerlerdeki bozmadığımız yerlerdeki muhteşem ahengi gördüğümüzde aslında bu ahengin bir parçası olmak isteyenin Allah'ın terbiyesine dahil olması gerektiğini daha iyi anlıyoruz. Bir düşünürün dediği gibi kâinattan hangi yaratılmışı çekip alsan nizam bozulur insan dışında, insanı kendi içine çektin mi nizam devam ediyor. Çünkü insan irade sahibi bir varlık ve iradesini bozmaya kullanma ihtimali de var ve o yüzden Allah azze ve celle
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. (Rum 41)
Buyurarak karada ve denizde oluşan bozulmaların insanın negatif müdahaleleri yüzünden olduğunu bize açıkça beyan etmektedir. Ayet-i kerimelerden hadis-i şeriflerden anladığımız üzere dokunmadığınız yerlerdeki muhteşem ahengin bir parçası olmak isteyen Allah'ın terbiyesine girsin nasıl vücudu Allah'ın terbiyesinde ve bir et parçası olan kulak duyar burun koklar kimse kimsenin işine müdahale etmez işte bunun gibi ruhumuz da bu terbiyeye girsin ki nerede ne yapmamız gerektiğini doğru bir şekilde öğrenelim nerede ne söylememiz gerektiğini de...Bunu öğrenmenin yolu ise bu kitabın bu ayetlerin içerisinde bulunduğu fatiha'dan sonraki bütün bölümleri bize Allah'ın muhteşem terbiyesini öğretecektir. Hz Aişe annemize sorulduğu gibi;
Bir gün bir sahabe Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin muhterem eşi Hz. Âişe’ye, Hz. Peygamberin ahlakı hakkında soru sormuştu. Hz. Aişe’nin ona verdiği cevap oldukça dikkat çekicidir:
– Sen, Kur’an okuyor musun?
Sahabe,
– Evet, okuyorum, deyince Hz. Âişe şöyle devam etti:
– İşte, Allah’ ın Elçisinin ahlakı, Kur’an idi.
Müslim, Salatü’l-Musafirin, 139.
Hadisten de anlıyoruz ki peygamber Aleyhisselam'ı örnek alan kendisini Kur'an'ın muhteşem terbiyesine teslim eder ve böylece peygamberine uyduğunu da ispat eder başka terbiye kapılarında terbiye ve eğitim metodu aramaz…
2. Ayet
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْـعَالَم۪ينَۙ
Hamd, alemlerin Rabbinedir.
Bir önceki ayeti kerimede adı ile O’nun adına yaptığımız iş ile birlediğimiz Rabbimizin Şimdi de övülme noktasındaki eşsizliği dile getiriliyor. Ayeti doğru anlamak için önce HAMD kelimesinin anlamını inceleyelim; TDV İslam ansiklopedisi kaynağına göre, bütün medih türlerini içeren, sevgi ve tâzimle Allah’a yönelen övgü ve şükür anlamında bir terim. Bütün medih türlerini içerir çünkü sadece methetme şeklinde alsaydık bu sadece bizim gördüğümüz bir iyilik güzellik karşısında yapılır fakat bizim göremediğimiz nice iyilik ve güzellikleri vardır Rabbimizin…
Sözlükte “iyilik, güzellik, üstünlük ve erdemlilikle niteleme, övme” mânasına gelen hamd isim ve masdar olarak kullanılır.
Hamd şükrü (teşekkürü) de içine almakla beraber şükür'den ayrı bir kavramdır. Çünkü şükür verilene yapılır Hamd ise her halde yapılır. Çünkü Allah'ın yarattığı her şey güzeldir ortaya koyduğu her iş güzeldir fakat bu bazen özü itibariyle bazen neticesi itibariyle güzel olduğundan herkes göremeyebilir fakat görsek de görmesek de Rabbimizden geleni övmeniz lazım. Hamd ile şükür arasındaki farka şöyle bir örnek verebiliriz. Kişi çocuğu doğduğunda şükreder sağlığına kavuştuğunda da şükreder çünkü bilir ki şükrettiği nimet artar Rabbimiz İbrahim suresi 7. Ayet-i kerimede
وَاِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
Hatırlayın! Rabb'iniz: "Eğer şükrederseniz mutlaka size nimetlerimi artırırım, eğer nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir!" diye bildirmişti.
Buyurduğu üzere şükretmek arttırır. Fakat çocuğu öldüğünde ya da sağlığı elinden aldığında şükretmek değil Hamd etmek gerekir bu konuda şu iki hadisi şerifi örnek verebiliriz.
Ebu Musa (Radıyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Bir kulun çocuğu öldüğü vakit Allah-u Teâlâ meleklere:
− ‘Kulumun çocuğunun canını aldınız mı?’ buyurur.
Melekl