FATİHA SURESİ TEFSİRİ 1. AYET
FATİHA SURESİ TEFSİRİ
Nüzul zamanı;
İbn Abbas radıyallahu anh Katâde, Ebu Aliye ve diğer birçok müfessire göre Mekkidir.
Ebu Hureyre Mücahit Ata bin Yesar, Zühre gibi bazı alimlere göre de Medenidir. Bir kısım alimler ise bu iki görüşün arasını bulup bir kere Mekke'de namaz farz kılınınca bir kerede Medine'de kıble değiştirilince olmak üzere iki kere indiğini zikretmişlerdir.
Darimi'de geçen "fatihasız namaz yoktur" Hadis-i Şerifi uyarınca Mekke'de inmiş olması hatta Mekke'de peygamberliğin ilk yıllarında indiği görüşü çok daha kuvvetlidir. Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dilinde yazdığı üzere Hz. Ali radıyallahu anh
"Fatihatül kitab arşın altında bulunan bir hazineden Mekke'de indi." Buyurmuştur...
Müfessirlerin tamamına göre ilk inen ayetler Alak suresinin ilk ayetleri, birçoğuna göre ilk inen sure de Fatiha suresidir.
Alak suresinin ilk 5 ayetinde hem Allah adına okumak hem de yine Allah adına kalemle yazmak özendirilmiş ve hemen akabinde Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlayacak bir kitabın ilk suresi indirilmiştir. Ve böylece hem Allah adına okunmuş hem Allah adına yazılmış hem de peygamberin örnekliğinde sahabenin eşliğinde Allah adına yaşamanın muhteşem bir dönemi bize öğretilmiştir.
Adı ve konusu;
Fatiha suresinin birçok adı olmakla beraber sahabe'den bize gelen en çok öne çıkan isimleri şunlardır;
Fatiha, Seb'ul Mesani, Ümmül Kitab veya bazı hadislerde geçtiği şekliyle Ümmü'l Kur'an.
Bu isimler Buhari Şerif başta olmak üzere kütüb-i sitte de ki hadis kitaplarında geçmektedir. Adından çıkaracağımız dersler e gelince;
Fatiha açılış anlamına gelir. Ve bizim vahye açılan kapımızdır. O kapıdan girer Mekke'yi ve Medine'yi idrak eder bununla hayatımızın hem Mekkesini hem Medinesini ihya ederiz. Yine Seb’ul Mesani ismine baktığımızda yani tekrarlanan yedi bize ömrümüz boyunca tekrarlamamız gereken aklınızdan çıkarmayacağımız 7 esası öğretir bize. Bunları İnşallah birazdan ayetlerin tefsirinde tek tek ele alacağımız için burada açıklama yapmıyorum.
Ümmü'l Kitab ya da Ümmü'l Kur'an ismine gelince Hz. Ali'ye ait olan şu mübarek söz bize bu ismi açıklamaktadır.
“Bütün semavi kitapların esrarı Kur’an’dadır. Kur’an’daki, her şey Fatiha'dadır. Fatiha'daki her şey Besmelededir. Besmeledeki her şey Besmelenin 'ba'sındasdır. Besmelenin 'ba'sındaki ise onun altındaki, noktadadır.” (Kuduri, “Yenabiu’l-Mevedde”)
Tabii bu isimlerin dışında El esas el vafiye (tam eksiksiz) el kafiye (yeterli olan tamam) el kenz (hazine) sure-i şükür sure-i dua Sure-i şifa veya şafiye isimleri de vardır.
Fatiha'nın şifa olduğuna dair Efendimiz Aleyhisselam dan gelen rivayetler;
Ebû Saîd -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Biz, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gönderdiği askeri bir seferde idik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir hizmetçi gelip:
«–Kavmimizin efendisini zehirli bir yılan soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yanımızda değil. Sizde rukye yapan (tedâvi maksadıyla Kur’ân ve dua okuyan) biri var mı?» dedi.
Bunun üzerine bizden, rukye husûsunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla birlikte gitti ve hastaya okuyuverdi. Adam iyileşti. Okuyan arkadaşımıza otuz koyun verdiler. O da bize onların sütünden içirdi. Kendisine:
«–Sen rukye yapmasını bilir miydin?» diye sorduk.
«–Hayır, ben sâdece Fâtiha Sûresi’ni okuyarak rukye yaptım.» dedi. Biz ona:
«–Rasûlullâh’a sormadan bu koyunlara dokunma!» dedik.
Medine’ye gelince durumu Peygamber Efendimiz’e anlattık. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Fâtiha’nın rukye olduğunu sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın!» buyurdu.” (Müslim, Selâm, 66, 65; Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 9; İcâre, 16; Tıp, 33, 39)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîflerinde:
“Fatiha Sûresi’nde her hastalığa şifâ vardır!” buyurmuşlardır. (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 12)
İlâka bin Sahâr -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelip müslüman olmuştu. Sonra Efendimiz’in yanından ayrılıp geri dönerken bir kavme uğramıştı. O kavimden biri, akıl hastalığına yakalanmış, kendisini sağlam demirlerle sıkıca bağlamışlardı. Hastanın âilesi, bu mübârek sahâbîye gelerek:
“–Bize anlatıldığına göre, şu sizin arkadaşınız (Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah’tan birtakım) hayırlar getirmiş. Senin yanında bu hastayı tedâvi edecek bir şifâ var mı?” diye sordular.
İlâka -radıyallâhu anh- sözlerine devam ederek şunları anlatır:
Bunun üzerine ben de o akıl hastasına Fâtihatü’l-Kitâb’ı okudum. Adam iyileşti. Bu okumama karşılık bana yüz koyun verdiler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e varıp durumu anlattım (ve koyunların bana helâl olup olmadığını sordum).
“–(Kur’an’dan) başka bir şey okudun mu?” diye sordu.
“–Hayır.” dedim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Onları al! Ömrüme yemin olsun ki, bâtıl bir şey okuyup üfleme karşılığında ücret alarak yiyen kimse, (bunun günahını çekecektir.) Sen ise hak olan bir tedâvi karşılığında aldığın ücreti yiyorsun!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tıb, 19/3896; Büyû’, 37/3420; Ahmed, V, 211)
Hadis-i şerifte gördüğümüz gibi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem batıl olarak okuyup üfleyip bunu ticaret amacı haline getirenlerin günahlarının cezasını çekeceğine işaret etmektedir.
Belki aklımıza şöyle bir soru gelebilir." Biz de Fatiha okuyoruz hastalara ama aynı etkiyi göstermiyor? " Şu meseleyi gözden kaçırmamak lazım sahabenin ağzı ile okumak ile bizim ağzımızın gösterdiği etki aynı olmayabilir sürekli Kur'an ile meşgul birinin dilini Allah'ın zikriyle ıslak tutan birinin sözü ile sıradan bir insanın sözü aynı tesir göstermeyebilir. Kirli sözlerin kirli işlerin bulaşığı bir dil ile tertemiz bir dil aynı etkiyi göstermeyecektir. Bu konuda Abdullah Bin Mesud radıyallahu anh'a bir gün ateşin değdiği şeylerden dolayı abdest almak gerekli midir diye sorulur da kendisi ben ateşin değdiği şeylerden ötürü abdest almaktan ziyade ağzıma aldığım kötü bir kelimeden dolayı ağzımı temizlemeyi abdest almayı tercih ederim buyurmuştur.
O yüzden kirli bir kapta temiz yemek pişmez pişse bile vücudumuz için aynı faydayı ortaya koymaz. O yemekten faydalanmak için önce o yemeğin temiz bir kapta pişmiş olması gerekir.
Fatiha suresinin konusuna gelince; bu surenin konusu,
Özet olarak söylemek gerekirse kulluğum için gerekli olan her şeydir. Allah'ı tanımamdır daha ilk ayette Rabbim kendini bize tanıtır. Hayatı hamd ile yaşamamdır çünkü âlemlerin rabbi buna layıktır. O’nu birlememdir. Din günü endişesi taşımamdır kulluğumu güzel yapmam için hemen ilk ayetlerde bana bu hatırlatılır. Tevhîd "Yalnızca" ifadeleri ile öğretilir. Kulluğumun özü olan duadır surenin tamamı bana bunu gösterir.
FAZİLETLERİ;
Ebu Saîd İbnu’l-Muallâ (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Ben Mescid-i Nebevî’de namaz kılıyordum. Rasûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için mübarek çağrısına derhal cevap veremedim. Namazdan sonra yanına vararak:
“Ey Allah’ın Rasûlü, namaz kılıyordum. Bu sebeple cevap veremedim” diye özür beyan ettim. Bana:
“Allah, Kitabında: ‘Ey iman edenler, Allah ve Rasûlü sizi çağırdıkları zaman hemen cevap verin’ buyurmuyor mu?” buyurdu ve arkasından ilave etti:
“Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur’ân-ı Kerim’in en büyük sûresini öğreteyim mi?” buyurdu ve elimden tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben:
“Ya Rasûlullah! Bana en büyük sûreyi öğretecektiniz” dedim. Rasûlullah Aleyhis Salâtü Vesselâm bana:
“O sure ‘Elhamdü lillahi Rabbi’l-âlemin’ dir ki, bu, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi âyetten ibarettir” buyurdu (Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitâh 26; Ebû Dâvûd, Vitr 15.)
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) bildiriyor ki, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm:
“Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha’nın bir mislini ne Tevrat’ta ne İncil’de ne Zebur’da ne de Furkan’da indirmemiştir” buyurdu. (Kütüb-ü Sitte, 2/438)
İbnü Abbâs radıyallahu anh anlatıyor:
“Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm yanında Cebrail Aleyhisselâm bulunduğu bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cebrail (aleyhisselâm) dedi ki:
“İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.”
Derken oradan bir melek indi. Cebrail (aleyhisselâm) tekrar konuştu:
“İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.”
Melek selâm verdi ve Peygamber Efendimiz Aleyhis Salâtu Vesselam dedi ki:
“Ya Rasûlallah! Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi’nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir.” (Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftitâh 25)
Hz. Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Rasûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
‘‘Kim Fatiha-i şerife sûresini okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz nakıstır, eksiktir. (Bu sözü üç kere tekrarladı.)”
Ebû Hureyre radıyallâhu anh’a: “Biz imamın arkasında bulunuyorsak (ne yapalım)?” diye sorulmuştu. Ebu Hureyre radıyallâhu anh şu cevabı verdi:
“Yine de içinden oku. Zira ben Rasûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Allah Teâlâ hazretleri (bir hadis-i kudsîde) buyurdu ki: ‘Ben kıraati kulumla kendi aramda iki kısma böldüm, yarısı bana ait, yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir: Kul: ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. (Hamd alemlerin Rabbine aittir)’ deyince, Azîz ve Celîl olan Allah: ‘Kulum bana hamdetti!’ der. Kul, ‘Er-Rahmânirrahîm’ deyince, Allah: ‘Kulum bana senada bulundu’ der. Kul, ‘Malik-i yevmiddîn (âhiretin sahibi)’ deyince, Allah: ‘Kulum beni büyük bildi’ der. Kul, ‘İyyâkena’budü ve iyyâkenesta’în’ (Yalnız Sana ibâdet eder, yalnız senden yardım isteriz) deyince, Allah: ‘Bu benimle kulum arasında bir taahhüddür. Kuluma istediğini verdim’ der. Kul, ‘İhdina’ssırâta’lmüstakîm sırâtallezîne en’amte aleyhim gayr’ilmağdûbi aleyhim ve la’ddâllîn’ (Bizi doğru yola sevket, o yol ki kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gadaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin değil) dediği zaman, Allah: ‘Bu da kulumundur, kuluma istediği verilmiştir’ buyurur.” (Kütüb-ü Sitte, 8/2531)
Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Rasûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
‘’İmam ‘âmin’ deyince, siz de ‘âmin’ deyin. Zira kimin âmin’i meleklerin âmin’i ile birleşirse geçmiş günahları affedilir.’'(Kütüb-ü Sitte, 8/2538)
1.Ayet:
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla...
Ebu Hureyre ‘den gelen bir rivayette Fatiha suresi 7 ayettir. Bunların başı Bismillahirrahmanirrahim’ dir ve Ümmü Seleme annemizden gelen rivayetlere göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Fatiha’yı okudu ve Bismillahirrahmanirrahim Elhamdülillahi Rabbi’l Âlemini bir ayet saydı.
Bu rivayetlerden dolayı Şafiiler besmeleyi Fatiha’dan bir ayet sayar ve namazda yüksek sesle okurlar. Bu konuda İbn Abbas'tan gelen bir rivayette de ‘’besmeleyi terk eden Allah'ın kitabından 114 ayet terk etmiş olur’’ diyerek mushafın iki kapağı arasında Kuran'dan başka bir şey bulunmadığını desteklemiştir.
Bu konuda Hanefilerin en sıhhatli görüşü ise;
Surelerin başındaki besmele başlıbaşına bir ayet olarak Kur'an'dandır. Ve surelerin hiçbirinin bir parçası olmayarak sureleri birbirinden ayırmak ve sure başına teberrük olunması için indirilmiştir.
Bu mübarek ayet-i kerimede Rabbimiz bize Kur'an'ın kapağını daha ilk açar açmaz merhamet yönünü tanıtmış ve bize de belki İlk karşılaştığımız insanlarda bırakmamız gereken intibayı öğretmiştir. Bunu biraz daha açacak olursak önce besmelenin b harfi ile başlayalım yukarıda Hz. Ali'den gelen rivayeti tekrar işlemek üzere burada dile getirelim:
“Bütün semavi kitapların esrarı Kur’an’dadır. Kur’an’daki, her şey Fatiha'dadır. Fatiha'daki her şey Besmelededir. Besmeledeki her şey Besmelenin 'ba'sındasdır. Besmelenin 'ba'sındaki ise onun altındaki, noktadadır.” (Kuduri, Yenabiu’l-Mevedde)
Muhyiddin Arabi'den ise besmelenin b harfinin noktasına kırk cilt kitap yazarım dediği rivayet edilmiştir. Ne demektir bâ harfi? Arapçada harfi cerdendir ve "onunla" anlamına gelir. Yani bütün hayatımı Rahman ve Rahim olan Allah adıyla yaşarım yaptığım ne varsa O'nun adına yaparım demektir. Ve aslında hayatın özü de sırrı da bu değil midir zaten. Fatiha'dan önce indirilen Alak suresini hatırlayalım ne buyurmuştu Rabbimiz? Birçok insanın dediği gibi dinimizin ilk emri oku mu idi acaba? Yoksa yaratan Rabb'inin adıyla oku diyerek bu işi kim adına yapmam da öğretilmiş miydi? İlk emir oku ise okurum okumasına da seçmeden önüme gelen her şeyi alacak mıydım yoksa yaratan Rabb'imin adıyla okuyabileceklerim miydi hedefim? İşte bu ayetten başlayarak hayatımın bütün eylemlerini söz ve fiillerini onun adıyla yapmamdır besmele.
Bu durumda iki soru ve onların cevabı bizi bağlıyor. Allah'ın razı olmadığı bir işi Allah adına yapabilir miyim? Bu bir yiyecek bir giyecek bir içecek evime koyduğum ya da üzerimde taşıdığım her şey olabilir. Yani Allah'ın adıyla besmele çekerek O’nun razı olmadığı bir şeyi giyip çıkarabilir miyim ya da O’nun razı olmadığı bir şey kursağımızdan geçer mi?
İkinci soru ise Allah adıyla yapmayacağı bir işi neden ya da nasıl yapar müslüman? Bunlar bizim birbirimize değil kendimize sorup cevabını vermemiz gereken sorular. Ben bir Müslümanım ve Bir Müslüman olarak yaptığım her iş Allah'ın adıyla olmalı ama aynı zamanda Allah'ın adına yakışır olmalı... Yoksa başkalarını sorgulamak için sormuyoruz bu soruyu... Bir de burada O’nun adına O’nun adıyla yapıyorum derken bir tevhid manasının gizli olduğunu da görüyoruz başka hiç kimse adına değil bir tek O'nun adına... Ve bu bizi dinin iki temel taşından biri olan tevhide diğeri olan ihlasa götürmeli. Bir tek O'nun adını, O'nun rızasını hedeflemeliyim. Öyle değil mi birazdan göreceğimiz gibi hem Rahman'ın nimetleri ile donanalım hem de nimeti verenden başkası adına iş yapalım olacak iş mi?
Büyük veli İbrahim Edhem’e bir genç geldi, halinden şikâyette bulunarak şöyle dedi:
“Hocam, nefsimden şikâyetçiyim, nefsim, istemediğim halde beni günaha zorluyor, nasihatte bulunsanız da günahlardan uzak dursam!”
Genci düşündürmek isteyen İbrahim Ethem; ona, “günaha girme şartlarını öğrenmen senin için yeterli olur” der ve şu beş şartı sıralar:
1- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın yarattığı rızkı (gıdayı) yeme! (Böyle bir imkânımız var mı?) Çünkü hem Allah’ın yarattığı rızıkları yiyeceksin hem de O’na isyan edeceksin, bu olmaz ve insanlıkla bağdaşmaz.
Hayatta iki seçeneğimiz var. Ya günah işlemeyelim ya da Allah’ın yarattığı rızkı yemeyelim. Allah’tan başka hiç kimse rızık yaratamadığına göre, tek seçeneğimiz kalıyor, günah işlememek!
Yüce Allah buyuruyor: “Rızkınız göktedir ve size vaad edilen şeyler de (göktedir).” (Zâriyât, 22)
Yediğimiz her lokma için, içtiğimiz her damla su için gerçekten Allah’a çok çok şükür edelim. Nankörlük edip sakın günah işlemeyelim ve o güzel Mevlâmıza isyan etmeyelim.
Şükrü de yalnızca dilimizin ucu ile değil, Allah’ın huzurunda secdeye kapanarak, namazı kılarak tüm bedenimizle ve kalbimizle yapalım.
2- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın mülkünden çık ve başka bir yere git! (Peki bunu yapabilecek miyiz?) Çünkü Allah’ın mülkünde oturup O’na isyan etmen, apaçık bir nankörlüktür ve insanlık dışı bir davranıştır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Göklerin ve yerin mülkiyeti yalnızca Allah’ındır. (Çünkü) O diriltir, O öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Tevbe, 116)
Yüce Allah dünyayı insanların yaşam koşullarına ve insanı da dünyadaki yaşam koşullarına göre yarattığı için insan da dünyadaki yaşam koşullarının dışına çıkamaz ve başka yerde yaşayamaz. O halde, Allah’ın belirlediği yaşam koşullarının dışına çıkamayan insanın, gerçekten tek seçeneği var o da günah işlememek!..
3- Günah işleyeceğin zaman Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günah işle! (Peki ya böyle bir mekân biliyor muyuz?) Çünkü Allah’ın huzurunda günah işlemen, gafletin de ötesinde çılgınlıktır ve insanlık dışı bir davranıştır. O halde Allah’ın görmediği ve bilmediği bir yer olmadığına ve olamayacağına göre, günah işleme! Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Bir şeyi açığa çıkarsanız da gizleseniz de kesinlikle Allah her şeyi bilir.” (Ahzâb, 54)
Elimizi vicdanımıza koyup düşünelim! Bizi, bizden daha iyi bilen Allah, gizlice ve açıkça günah işleyen kullarını bilmez ve görmez mi? Elbette biliyor ve görüyor. Yine tek seçeneğimiz var, günah işlememek!...
4- Hiç beklemediğin bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil âniden karşına dikilince, “ben şu anda ölüme hazır değilim ve ölmek de istemiyorum! (Kaçacak yer biliyor musun?) Çünkü benim daha çook işlerim var. Bak kızım evlenecek, oğlum askere gidecek, torunum sünnet olacak. Ayrıca evim yarım, işim yarım kaldı ve ödenecek borçlarım var. Bunlarla uğraşırken namaz kılmaya ve tevbe etmeye vakit de bulamadım. Sen şimdi git de işlerimi tamamlayınca ve kaza namazlarımı kılınca gelirsin,” de! Bunun üzerine genç dedi ki: “Ben nasıl Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyebilirim ki!”
Bunun üzerine İbrâhim Edhem: “Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemeyeceğini bildiğin halde nasıl günah işliyorsun” deyince, genç ağlamaya başladı ve “Beşincisi nedir?” diye sordu.
5- Mahşer yerinde sevapların ve günahların tartıldığı zaman, eğer sevabın hafif (az) gelirse, Allah Azze ve celle zebânilere emir verecek.
“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehennem’e atın” (Hâkka, 30-31)
İşte o zaman sen zebânilere karşı diren, ellerinden kaç ve cehenneme gitme! (Dünyada kaçamadığın yerden ahirette kaçabilecek misin?) Bu son şartı da duyan genç, ağlayarak İbrâhim Edhem’e sarıldı ve şöyle dedi: “Artık günahlardan, isyan ve itaatsizlik duygusundan vazgeçiyorum, tüm günahlarıma tövbe ediyorum, tövbe estağfurullah!"
Şimdi bu 5 maddeyi bir düşünelim hangimiz için geçerli değil?
بِسْم
İsim; sözlük anlamıyla bir şeyin zihinde doğmasını sağlayan işaret ve alamet demektir. Ve Rabbimiz kendisi anıldığında öncelikle merhametin zihinlerde doğmasını murad etmiştir bu ayet mucibince peki ya bize öğretilen diğer 97 isim elbette gerekir fakat ilk tanışmamız merhamet üzerinden olsun çünkü kitabın kapağını kaldırdım öyle büyük bir zattan geliyor ki ya yanlış yaparsam heyecanıyla titriyorum endişem büyük elimden geldiği kadar O’nun adına konuşuyor O’nun adına yapıyorum fakat ya yanılırsam? Ya bir yanlışa düşersem?... O beni teselli ediyor. Ben çok merhametliyim hatta o kadar merhametliyim ki aynı kökten iki isimli sizlere sesleniyorum. Peki ya ben Rahman'ın kulu olarak benim adım anıldığında insanların zihninde ne çağrıştırıyorum? Merhamet mi geliyor akla yoksa beni hiç tanımayan insanlarda bıraktığım intiba bambaşka bir intiba mı? İsmim anıldığında hangi ahlaki özellik ön plana çıkıyor? Ailemden başlayarak beni tanıyan ya da yeni tanıştığımız bütün insanlarda...
Bâ harfi ve isim kelimesinin açılımından sonra gelelim Rahmân ve Rahim isimlerinin açılımlarına... Allah ismi Rabbimizin özel ismi olduğundan Meryem suresi 65 ayette de ifade edildiği gibi
هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟
"Sen O'nun bir adaşı olduğunu biliyor musun?"
Ayet-i kerimesi uyarınca bu konudaki son söz söylenmiştir.
Rahman ismi celaline gelince özel isimler çeviri yapılmaz ama bazı meallerde esirgeyen anlamında çeviri yapıldığını görüyoruz. Bu Rahmân isminin anlamından çok şey götürür. Böyle bir çeviri hele hele de bu sıfat ismi yalnızca Allah'a mahsus, başka bir varlık için kullanılmamışken hakkaniyetli bir iş olmaz. Çünkü Rahman ismi öyle bir isimdir ki merhameti sunacağı varlığı seçmez, iyi – kötü, hak eden- hak etmeyen herkese bu dünyada merhametlidir herkesi nimetleri ile donatır. Böyle bir merhamet dar bir kalıba sığdırılabilir ve tek bir kelime ile (esirgeyen) ifade edilebilir mi?
Arapça dil kaidesinde benzer anlamlara gelen iki kelimeden hangisinde harf daha fazla ise o kelimenin kapsadığı anlam daha geniştir. Rahman kelimesi arapça'da 5 harften oluşur, rahim kelimesi ise 4 harften bu durumda Rahmân kelimesinin dünya hayatına göre daha geniş bir sathı olduğu açıktır. Rahim kelimesi ise ahiret hayatına göre geniştir ve Allah Rasûlü’nün buyurduğu gibi:
“Allah’ın yüz rahmeti vardır; bunlardan bir rahmeti yeryüzü halkı arasında paylaşmış ki, onların ecelleri gelene kadar (hayatları boyunca) onlara kâfi gelir. Rahmetin doksan dokuz kısmını ise kıyamet günü evliyaları, dostları için saklamıştır.” (Bk. Buharî, Rikak,19; Müslim, Tevbe, 18-21)
“Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.” (Buhârî, Edeb 19)
İşte burada merhamet yönünün ve alanlarının çokluğu ile bu dünyada rahman sıfatı daha ağır basmış iki hadisi şerifin sonunda belirtildiği gibi bu merhamet hayvanların birbirine muamelesinde dahi öne çıkmıştır.
Rahim ismi ise ahirette yalnız müminlere tecelli edecek olan merhametidir rabbimizin ve Ahzâb suresi 43 ayette şöyle buyurulur;
وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً
"Allah müminlere karşı çok merhametlidir"
Bu ayet ile birlikte düşündüğümüzde anlıyoruz ki Rahman'ın rahmeti bir şarta bağlı değil iken Rahim’in rahmeti şarta bağlıdır. Bu bize hem karşılıksız vermeyi hem adaletli olmayı ve ikisi arasında bir denge kurmayı öğretir. Rabbimizin Rahmân oluşu ile ümitvar olmayı çalışmadan hiçbir gayret göstermeden bize verdiği nimetler ile çalışıp çabalayıp hayatımızın hedefi O'nu razı etmek olursa biz istemeden bunları veren Rabbimin talip olduğumuzda neler vereceğini düşündürmesi açısından pek güzeldir. Bu konuda bir bedevinin şu duası açıklayıcı olması açısından ne kadar güzeldir: Allah’ım! biz senden istemeden bize hidayeti verdin, şimdi senden cenneti istiyoruz bizi mahrum eyleme.
ÇOCUK EĞİTİMİNE BAKAN YÖNÜ:
Çocuklarıma ya da eğittiğim çocuklara Allah'ın adıyla Allah'ın adına iş yapmayı öğretiyor muyum? Kapıyı açıp eve girmekten yemek yemeye yatağa girmeye hatta çöp dökmeye varıncaya kadar bu işi besmele ile yapmayı öğrettim mi?
"Bana öyle bir âyet indirildi ki, Dâvûd oğlu Süleyman'la Ben'den başka kimseye indirilmedi. Bu Bismillâhirrahmânirrahim'dir" (Heysemî, 7:86).
"Bismillahirrahmânirrahim ile başlamayan her iş bereketsizdir, devam etmez ve köksüzdür" (Müsned 2/259).
"Gerçek şu ki şeytan, Besmele çekilmeyen yemeği benimseyerek kendi hakkı sayar" (Müslim, eşribe 102; Ebû Dâvûd, et'ime 15).
Tabii burada küçük çocuklara besmeleyi öğretirken şeytan ve cin ayrıntısına dikkat edelim.
Henüz aklı ermeyen bir çocuğa iyilik olsun diye besmelenin ayrıntısını vereyim derken çocuğun hafsalasını bozabiliriz. Şöyle bir örnek vereyim. 4- 6 yaş grubunda görev yapan bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. Çocuk normalde altına kaçırmadığı halde annesi çocuğun kreşe başladığından beri alt ıslatma sorunu yaşadığını söylemiş. Daha sonra konuya el attığımız zaman çocuğun gelmiş olduğu bir önceki kreşte dini eğitim verilirken tuvalete giriş duası öğretilmiş fakat detaylı bir şekilde tuvalete cinlerin de girebileceği onlardan korunmak için bu duayı okumak gerektiği öğretildiğinden çocuk henüz muhakeme yeteneği bu derece bir bilgiyi tartacak yaşta olmadığı için duaya sığınmaktan ziyade içerisine görünmeyen varlıkların korkusu yerleşmiş. Bu yüzden yavrucak iyice sıkışıncaya kadar ki çoğu zaman altını ıslatarak tuvalete girmeyi reddetmiş. Onun için dikkat etmemiz gereken mesele şu besmeleyi öğretelim çocuklara ama akıl terazilerine göre bilginin çoğu da azı kadar zararlı olur hatta bazen çoğu daha zararlı olur. Gelelim isim kelimesi üzerinden çocuk eğitimine dair ne dersler var
Eğer isim kişiye dair zihinde çağrıştırılan şey ise benim çocuklarımın ya da öğrencilerimin zihninde anne baba ya da Hoca dendiğinde nasıl bir varlık çağrışıyor. Merhamet bu çağrışımda ne kadar yekûn tutuyor? Sorayım kendime... Tabii burada çocuğa isim koymanın önemini de bir kere daha ele alalım.
Yahya İbnü Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu vesselam) bol sütlü bir deve hakkında: "Bunu kim sağacak?" diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu vesselam) "İsmin ne?" dedi. Adam: "Mürre (acı)!" deyince, ona: "Otur!" dedi. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu vesselam) tekrar "Bunu kim sağıverecek?" diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtu vesselam) ona da: "ismin nedir?" diye sordu. Adam: "Harb!" diye cevap verdi. Ona da "Otur" dedi. Rasûlullah (Aleyhissalâtu vesselam): "Bu deveyi kim bize sağıverecek?" diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. "Ya'iş (yaşıyor!)" cevabını alınca ona: "Sen sağ" diyerek müsaade etti." (Muvatta, İsti'zan 24 (2, 973).
Hz. Aişe (radıyallahu anha): "Rasûlullah (Aleyhissalâtu vesselam) çirkin isimleri değiştirirdi" buyurmuştur. (Tirmizi, Edeb 66, 2841).
İşte bu hadis-i şeriflerinde ışığında olaya bakarsak isim ve zihinde çağrıştırdıkları çok mühim. Peki merhamet çağrıştırsın adımız dedik. Af konusunda nasılız?
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
Bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
– Hizmetçiyi ne kadar affedeyim? diye sordu.
Peygamberimiz susup cevap vermedi.
Adam tekrar:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Hizmetçimi ne kadar affedeyim? diye sorunca, Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Her gün yetmiş kere affet!” cevabını verdi. (Tirmizî, Birr, 31)
Kölesini dahi günde 70 defa affetmeyi tavsiye eden dinimiz çocuklarımız ve ergenlerimiz hakkında acaba neler tavsiye etmiştir? Ya da 70 defadan fazla hata yapıyor mu çocuklarımız ve gençlerimiz ki çoğu zaman ilk hata da ikinci hata da sesimiz yükseliyor. Belki de bundan daha fazlasını yapıyoruz? Peki biz Rahman'dan nasıl bir muamele bekliyoruz?
Hata yapar çünkü çocuklar ve gençler, hayat tecrübeleri yok bizimki kadar. Hatta ben ergenliği şöyle düşünüyorum. Bugün bize zorla dayatıldığı gibi delidir ne yapsa yeridir şeklinde düşünmesek dahi şu örnek aslında onların baliğ olduğunu fakat henüz zihinlerinde oturtamadıkları durumu açıklaması açısından dikkat çekicidir.
Bir ev düşünün yeni taşınmış eşyalar pırıl pırıl fakat henüz yerleştirilmemiş her şey her yerde. İşte ergenin de düşünceleri kabiliyeti her şey pırıl fakat henüz daha zihninde oturtamadığı meseleler ve heyecanla çabuk davrandığı hızlı karar aldığı durumlar var. Eğer onların tepkisini aynı ile karşılık verirsek ya da 70 defa affetmeyi unutup her hatalarına sertlikle karşılık verirsek bundan daha kötüsü küserek karşılık verirsek o ergen kendisini bizden daha iyi anlayacak kapılar bulacaktır. Lakin biz o kapıları ne kadar beğeneceğiz oturup bunu düşünelim. Bu durumda sabır merhamet ve af Allah'ın izniyle emin olun 70 kotasını aşmazlar çocuklarımız ve ergenlerimiz hele önce biz bir af sırrına erelim.
Peki hiç mi müdahale etmeyeceğiz? Olur mu en çok dikkat etmemiz gereken ağız bozukluğu bu konuda geçit vermeyelim fakat yine elimizden geldiği kadar yumuşaklıkla ağız bozukluğuna ağız bozukluğu ile karşılık verilmez yanan ateşe benzin değ