Affolunmuş bir Ramazan niyetine
Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu sevgili dostlarım Allah'ın yardımıyla bir surenin daha sonuna geldik ve bununla birlikte Berat gecesi'nin eşiğinde Ramazan'ı karşılamak üzere beklemekteyiz. Kehf Suresi dersinde ilmin değerini bunun için devirler sürecek bir yolculuk bile olsa çıkmaya değeceğini ve bu yolculuğa niyetlenenlerin Hz Davud'un dili ile;
''İlim talibine söyle demirden bir çarık ve demirden bir baston edinsin ve bu çarık yırtılıncaya bu baston kırılıncaya kadar ilim arayışına devam etsin. ''
Şimdi bu denli değerli bir yolculuğa bir süre ara veriyoruz. Lakin bu ara bir bitiş değil yeni bir başlangıç için toparlanma süreci... Yani sanki yeni bir eve geçmişiz eşyalar yepyeni pırıl pırıl ama henüz yerleştirilmemiş o ev oturulabilir halde değil. O zaman eşyalar ne kadar yeni olursa olsun o evin oturulabilir hale gelmesi için her şeyin yerli yerince yerleştirilmesi lazım. İşte bizim öğrendiklerimiz de öyle. Evet öğrenmenin yolu açıldı her şey çok kolaylaştı insanlara. Artık öğrenmek istedikleri cümleyi yazsalar çoğunun bir tık ötesinde o konuyla ilgili detaylı bilgi. Fakat mesele sadece malumat değil marifet!! İlim sadece kuru bilgi olursa onun adı malumat olur fakat önce kalbe oradan da bütün hayata taşınırsa adı marifet olur. İşte şimdi bunun vakti... Artık sadece birileri bir şeyler anlatacak bizler de dinleyeceğiz şeklinde değil de taşın altına elimizi koyma öğrendiklerimizi hayata geçirme zamanı...
Bizim derdimiz artık öğrendiklerimizi yaşamak adına ciddi ve sağlam adımlar atmak. Tıpkı sahabenin yaptığı gibi "biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den birkaç ayet öğrenir daha sonra bu ayetleri hayatımıza geçirmeden başka ayetler öğrenmek üzere gitmezdik" işte artık bizim de bu özelliği harekete geçirme vaktimiz geldi... Oruç konusunda kendimizi hep buruk hissettiğimiz, boynumuzu büken bu özelliğimizle bu Ramazan mücadele etme vaktidir. İbadetlerimizi özellikle de Ramazanımızı fesada uğratan bu "Zehirli bal"a bir dur dememizin vakti gelmiştir. Gıybetsiz bir ramazan üst başlığıyla niyetlendiğimiz bu Ramazan yine çoğu zaman sevabını, faziletini okuyup geçtiğimiz fakat hayata geçirmekte kusurlu davrandığımız aslında kolay fakat dünya telaşı içerisinde kaybettiğimiz bir takım Nebevî tavsiyeleri de hayata geçirmenin vaktidir. Örneğin onlardan birkaçı olarak;
-Ezan okunurken tekrar etmek, (kalbin erbaini 21/10. Hadis-i Şerif)
-Seyyidül İstiğfar ezberle ve bol bol istiğfar et (kalbin erbaini 13/30. Hadis-i Şerif)
-Salavat-ı şerifeyi bol bol okumak
-Kur'an'ı sindire sinndire anlayarak, secde ayeti geldiğinde ertelemeden secdeye kapanarak, cehennem ayetlerinde Allah'a sığınarak, Cennet ayetlerinde Allah'tan isteyerek bu minval üzere diri bir yürekle okumak...
-İlim yolunda katlanılan çileleri anlatan aynı zamanda vaktin kıymetini öğreten kitaplar okumak.
-Çocuklarla okuyabileceğimiz bir hadis kitabı edinerek, günlük 15 dakika bir hadis okuyarak üzerine konuşalım. Bu çocukların kendi çocuklarımız olması şart değil komşu çocuklarımız akraba çocuklarımızın üzerinden de kısa metrajlı çocukları bıktırmadan ve onlara söz hakkı verilerek müzakere şeklinde yapılan okumalar İnşallah istifadeli olacaktır.
Ve bu sene için en önemli hedefimiz; gıybet konusunda aşırı hassasiyet göstereceğiz, bugünden itibaren buna başlamalıyız. Yani en önemli salih amellerimizin fesada uğramasına sebep olan gıybet illetinden kurtulmanın çabasına girmek. Malumunuz yarın Berat gecesi ve bu geceden itibaren Ramazan'a bir alıştırma süreci olarak niyetimize alıp ve istikrarla gıybetsiz bir ramazan için çaba göstermemiz ne güzel olur. Kalıcı bir haslet elde etmiş oluruz Allah'ın izniyle...Gücümüzün yettiği kadar diğer maddeleri uygulamak şartıyla bu yılki hedefimiz olan gıybetsiz bir Ramazan için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin genel olarak "dil" özel olarak "gıybet" konusunda söylediklerini gelin hep birlikte anlamaya çalışalım; Öncelikle
GIYBET NEDİR?
Ebu Hureyre radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Gıybet nedir, bilir misiniz?”
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
– “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu.
– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.
– “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir,” buyurdu. (Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23)
İNSANI CEHENNEME SÜRÜKLEYEN İKİ ŞEYDEN BİRİDİR;
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.
– İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:
– “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)
GIYBET EDENİ, ALLAH TEÂLÂ EVİNDE BİLE OLSA REZİL EDER
Ebû Berze (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur:
“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerleşmeyen (girmemiş) kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da arastırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını arastırırsa Allah da onun kusurlarını arastırır. Allah kimin kusurlarını arastırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; Đbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229) Sizce de tehdit korkunç değil mi? Gıybet eden bir kimsenin aslında kalbine iman yerleşmemiş olduğundan gıybet ettiğinin Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından söylenmesi. Yani iman kalbine yerleşseydi gıybet etmezdi denilmesi... İnsanı ürpertiyor hakikaten kalbindeki imanın en önemli kıstaslarından biri başkalarının imanı hakkında yorum yapmadan önce kendimize dönüp bir soralım iman ne kadar yerleşti kalbimize bu gıybet hastalığından ne kadar uzağız?...
SAHABENİN BİRER DEFA YAPIP DAHA SONRA GÜNAHTA ISRAR ETMEYİP VAZGEÇMESİ ve DİĞER MÜSLÜMANLARIN BU HATAYA DÜŞMEMESİ İÇİN YAPTIKLARI YANLIŞI ÖRTMEYİP ANLATMALARI;
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
-Ey Allah’ın Resûlü! Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe’nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı” buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:
– “Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dünyanın en değerli şeyleri verilse dahi yapmayacağı bir davranışı bize neler veriliyor ki hem yapıp hem gülüp hem de oruç tuttuğumuzu zannediyoruz?
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin miraç'ta bizzat tanıklığı ile kıyamet gününde evet edenlerin durumunun anlatıldığı manzara;
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mi’raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
– Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum.”
– Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 35)
Önemsemeksizin Söylenen Sözlerin Kişiyi Getirdiği Nokta;
Ebû Abdurrahman Bilâl İbni’l-Hâris el-Müzenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kul, Allah’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah’ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12) Bu hadis-i şeriften sonra artık acaba düşünmeden konuşup incittiğimiz gönüller var mı sorularını sorup ahvalimizi tekrar gözden geçirmek gerekiyor.
DİLİNE DİKKAT!!!
Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
– “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” buyurdu. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
– “İşte budur!” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
ÇOK SÖZ KALBİ KATILAŞTIRIR. BAŞKA BİR İFADE İLE KALBİNİN İNCELİĞİNİ İSTEYEN GEREKSİZ CÜMLE KURMASIN;
İbn Ömer radıyallahu anhümâ “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu” dedi:
“Allah’ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah’dan en uzak kimseler olduğu kesindir.” (Tirmizî, Zühd 62)
DİLİNİ TUT! TAM DA RAMAZAN'DA UYGULANASI BİR HADİS. ÇÜNKÜ GIYBETTEN UZAK KALMANIN YOLLARINDAN BİRİ EVDE KALMAYI TERCİH ETMEK....
Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.
– “Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61)
Dilini Koru! Çünkü Bütün Organların Bundan Mesul;
Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.
– “Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin” buyurdu. Sonra sözüne devamla:
“Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür” buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez” [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.
Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” Ben:
– Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.
– “İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır” buyurdu.
Sonra:
– “Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?” dedi.
Ben:
– Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
– “Şunu koru! buyurdu. Ben:
– Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
– “Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu. (Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
ALLAH'IN SENİ CEHENNEMDEN KORUMASINI İSTEMEZ MİSİN?
Ebû’d-Derdâ radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur.” (Tirmizî)
HER AMELİN KENDİNE HAS BİR KOKUSU VARDIR ŞU ANDA DUYULMUYOR OLUŞU BELKİ DE BURNUMUZUN ALIŞMASINDANDIR ;
Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Rasûlullah (s.a.v):
“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)
GIYBETİN AFFI VAR MI?
Gıybet ve iftirâ kul hakkı olduğu için, onları affettirmeye sadece tevbe kâfî gelmez. Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurur:
“Gıybet edilen kimse affetmediği müddetçe gıybetçi mağfiret olunmaz.” (Heysemî, VIII, 92)
GIYBET ORUCU ZEDELER. YAZIK DEĞİL Mİ KALKANI DELDİRMEYE DEĞER Mİ?
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:
“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:
“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yalan ve gıybetle…” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)
ORUCU ÖLÜ ETİ İLE AÇMAK;
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.
Allâh Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:
“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Çağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldi. Peygamber -aleyhisselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171) Ne acı helal ile başlayıp haramla biten bir ibadet
Hz Peygamberin İfadesi İle Seferde Arkadaşlarını Sahurlarına Katık Edenler;
Selmân-ı Fârisî Hazretleri, bir seferde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Birgün insanlar yürüdüğünde Selman -radıyallâhu anh- uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
“–Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” dediler. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gönderdiler. Selman, elinde bir kapla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardı:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Arkadaşlarım beni Sana gönderdiler. Şayet yanında katık varsa biraz ricâ ediyorlar.” dedi.
Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler!” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:
“–Sen’i hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı katık olarak yediniz.” buyurdu. Bu hâdisenin peşinden; “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (el-Hucurât, 12) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devâmında:
“–Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:
“–Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:
“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de, sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)
PEKİ YOK MUDUR ACABA GIYBET ETMENİN CAİZ OLDUĞU YERLER?
İnsanlar aleyhine konuşmanın gıybet olmadığı bâzı yerler vardır. Onlar da şöyledir:
-Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sâhip birine gidip; “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti.” demesi.
-Bir kişinin fetvâ makâmına gidip, “Falanca bana zulmetti. Hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi. Bu, ihtiyaçtan dolayı câizdir, ancak, meseleyi üstü kapalı olarak arz etmek ihtiyata daha uygun ve fazîlete daha muvâfıktır.
-Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun da değişik şekilleri vardır:
-Hadis râvîlerinden ve şâhitlerinden kusurlu olanları cerh etmek. Bu, icmâ ile câizdir. Hattâ yerine göre vâcip bile olur.
-Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş vs. yapmak veya emânet bırakmak isteyen kişiye, mevzû ile doğrudan alâkalı bilgilerin söylenmesi.
-Dîni ve dînî ilimleri öğrenmek isteyen birinin, bid’atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan birinin, o öğrenciye öğüt verip hocasının hâlini açıklaması.
-Üstlendiği vazifeyi îcâb ettiği şekilde yapmayan bir vazifelinin durumunu üst makâma bildirmek.
Fâsıklık ve bid’atçılığı âşikar olan kimsenin hakkında konuşmak. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren başka bir sebep yoksa- haramdır.
Bir insan; şaşı, topal, sağır, kör veya buna benzer başka lâkaplarla biliniyorsa, onu sırf târif edebilmek için bu lâkapları kullanmak. Böyle lâkaplarla bilinen kişilerin başka türlü târif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bu lâkapları kullanmaktan da sakınmak îcâb eder. Yani nasıl olsa günahkar günahı açıktan işliyor diyerek gizli işlediklerini halka duyurmak haramdır demek ki boş konuşmaya sebep olacak işlerden de kaçınmak lazım
Lâkin insanlar aleyhine konuşmanın câiz sayıldığı bu hususlarda da dikkatli olarak nefse fırsat vermemek lâzımdır. Tenkid ve konuşmaların, haklı olup-olmadığını iyi ayırt etmek îcâb eder. Zîrâ nefis, çeşitli bahânelerle insana kendini haklı göstererek gıybetin câiz olduğunu fısıldayabilir. İşte bu da en tehlikeli noktalardan biridir.
ASLINDA GIYBET EDENİN TAM OLARAK NE YAPTIĞINA DAİR İLGİNÇ BİR HİKAYE
Gıybet günâhına mübtelâ olmuş biri, muhîtinde bulunan bir Hak dostunun da gıybetini yapmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple de o gıybetçiyi kimse sevmiyordu. Fakat gönül insanı büyük zât, o gıybetçi huzûruna geldiğinde hep tebessümle karşılıyor; “Gel bakalım benim sevgili ortağım!” diye iltifatlarda bulunuyordu. Bu güzel hâl sonunda gıybetçiyi insafa getirdi:
“Ben bu zâtın orada burada aleyhinde konuşuyorum, o ise bana hep iltifatta bulunuyor. Bundan sonra aleyhinde konuşmayacağım.” diye karar verdi. Artık Hak dostunun gıybetini yapmıyordu. Lâkin huzûruna vardığında önceden gördüğü iltifâtı da göremiyordu. Bunun sebebini merak ederek birgün sordu:
“–Efendi Hazretleri! Bana gösterdiğiniz iltifatı artık göstermiyorsunuz, eski muhabbetiniz kalmadı. Sebebi nedir?” dedi.
Onu ve onun gibi gıybet hastalığına mübtelâ olanları îkâz için güzel bir fırsat yakalayan Hak dostu tebessüm ederek:
“–Eskiden bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde o ortaklık bitti; iltifat da gitti.” dedi. O zât:
“–Ne ortaklığı? Ben öyle bir ortaklığın farkında değilim.” deyince büyük velî açıklamasına şöyle devâm etti:
“–Sen orada burada benim aleyhimde konuşuyordun; ben de gıybetine gıybetle karşılık vermeyip sabretmeyi tercih ediyordum. Bu sabrımın karşılığı olarak benim günahlarım senin defterine, senin sevapların da benim defterime yazılıyordu. Seninle böyle bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde ise artık sen benim gıybetimi yapmıyorsun. Böylece ortaklığımız da bitmiş bulunuyor…”
Gıybetçi adam düşünmeye başladı:
“–Hakîkaten gıybetçinin durumu böyle midir?” diye sorunca mübârek zât açıklamasına şu misâl ile devâm etti:
“–İmâm-ı Şârânî Hazretleri diyor ki: «Ben ille de birinin gıybetini yapacak olsam önce anamın babamın gıybetini yapardım. Çünkü gıybet yapan insan, evvelâ kendi sevaplarını gıybetini yaptığı kişiye bağışlamış, sonra da onun günahlarını kendi üzerine yüklenmiş olur.»”
Bu sözler üzerine derin düşüncelere dalan gıybetçinin aklı başına geldi ve bundan sonra hiç kimsenin gıybetini yapmamaya söz verdi…
Yazıma burada son verirken duam odur ki gıybetsiz bir ramazan hedefimizi hem gıybetsiz hem de kıymetli amellerle süslenmiş bağışlanmış olarak çıkacağımız bir Ramazan lütfetsin bize Rabbimiz. Keremi sonsuz Rabbimden bunu umut ediyorum.
Haktan Bilen