Ölünün arkasından yapılması ve yapılmaması gereken
SORU:
Ölünün arkasından Kur'an okumak caiz midir bu bağlamda ölünün arkasından yapılmaması gereken davranışları ve bu durumda nasıl davranmamız gerektiğini bize anlatır mısınız?
CEVAP:
Değerli kardeşlerim. Bu konuyu iki başlık altında inceleyelim;
-Vefat eden kişinin ardından yapılan fakat dinen caiz olmayan davranışlar
-Bir de sünnette ve sahabe uygulamasında yeri olan caiz olan davranışlar.
İlkini ele alacak olursak;
Önce en bariz olan 40. ve 52. gecelerinde yapılan maalesef gelenek haline getirilmiş uygulamalar bu kısım kesinlikle caiz değildir konuyu din işleri yüksek kurulu şu şekilde açıklamıştır:
Ölünün ardından yapılan yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi uygulamaların dinî dayanağı var mıdır?
Ölen bir müslümanın usûlüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi farzdır (Kâsânî, Bedâî’, I, 300, 306, 318). Bunun dışında yapılması gereken yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün merasimi veya duası gibi zaman ve şekle bağlanmış bir görev yoktur. Bunların hiçbir dinî dayanağı da bulunmamaktadır. Bu itibarla söz konusu günlerde ölüye yönelik merasimler düzenlenmesi bid’attır; “Her bid’at da dalalettir” (Müslim, Cumua, 43; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6). Ancak, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her zaman hayır-hasenât yapılabileceği gibi çeşitli vesilelerle dua da edilebilir (Bkz. Buhârî, Vesâyâ, 19; Müslim, Zekât, 51). Acı olan aslında bu vesilelerle hatırlanmaya ihtiyaç duyulmasıdır. Bu noktada belki de düşünmemiz gereken İbrahim Aleyhisselam'ın "benden sonra gelecekler içerisinde güzel bir lisanla alınmayı nasip et" duasını unutup yalnız yaşadığımız sürece güçlü ve etkin hatırlanmanın derdine düşmektir. Bu hâle düşmemek için Hazret-i Ali şu îkazda bulunur:
“Sâlih ve sâdıklarla beraber ol. Onlarla ünsiyet kur (ki onların şahsiyet ve karakteri sana sirâyet etsin). Öyle kâmil bir hayat yaşa ki; insanlar hayattayken seni özlesinler, vefâtından sonra da sana hasret kalsınlar!..” Bu en çok yapılan en bariz hatadan sonra gelelim diğer yapılmaması gerekenlere:
Müminin mümin üzerindeki altı hakkından biri olan cenazesinde bulunmak mevzusunda bu hakkı en doğru bir şekilde ahiret vebali olmaksızın yerine getirmek adına nelere dikkat etmemiz gerektiğini şu şekilde maddelendirebiliriz;
-Cenazeye çelenk gönderilmez
Eğer böyle bir arzumuz varsa bizzat kabrin üzerine yeşillik dikerek gerçekleştirmemiz gerekir ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bize bunu şu şekilde hatırlatmıştır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:
"Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâp görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice temizlenmezdi."
Daha sonra Rasûl-i Ekrem Efendimiz yaş bir hurma çubuğu isteyip onu ikiye ayırdıktan sonra, "Bunlar yeşil kaldıkça belki azâbları hafifler" buyurdu (Buhârî, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, Edeb 49. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 11; Tirmizî, Tahâret 53; Nesâî, Tahâret 26, Cenâiz 116; İbni Mâce, Tahâret 26) Çünkü bizde aslolan yeşertmektir koparmak değil.
-Cenazeye saygı duruşunda bulunmak:
Bunun doğrusu cenaze namazının kılınması ve ona bağışlanma dilenmesidir.
-Cenazenin çalgı, ateş, ıslık ile teşyi edilmesi.
Bu konuda son derece sükunet halinde ve hatta bu sükuneti bozar endişesiyle sesli olarak dualarla bile götürülmesi konusunda tereddüt eden alimlere kulak verince bu tür ıslık, ateş vesaire gibi şamataların ne derece ciddiyetten uzak olduğunu daha iyi anlarız. Kaldı ki bu şekilde teşyi edilmesi ne ona ne de beraberindekilere hiçbir şey kazandırmayacaktır... Bakın bu konuda alimlerimiz ve sahabe-i kiram bizlere ne diyor;
"Cenâze hizmetlerinin yaşayanlara yönelik gâyelerinden biri, ölümü hatırlamak, âhiret âlemini düşünmek ve ibret almaktır. Hattâ bu maksadı ihlâl edebileceği endişesiyle cenâzeyi teşyî ederken yüksek sesle Kur’ân-ı Kerîm okumak, tekbir getirmek ve zikir çekmek bile bazı âlimler tarafından hoş karşılanmamıştır. Bundan dolayı; tevâzu, hiçlik, sâdelik ve samimiyetin hâkim olması gereken cenâze hizmetlerinde, gösteriş ve israfa sebep olan merasimlerin icrâ edilmesi doğru değildir. ''(İslam ve İhsan sitesi)
Nitekim sahâbe-i kirâmdan Üseyd bin Hudayr fazîletli kişilerden biriydi. Sık sık şöyle derdi:
“Eğer şu üç hâlden biri üzere devamlı durabilseydim, hiç şüphesiz Cennetliklerden olurdum:
1. Kur’ân’ı okuduğum veya okunan Kur’ân’ı dinlediğim zamanki hâlet-i rûhiyemi koruyabilseydim,
2. Nebî Efendimiz’in sohbetlerini dinlediğimde büründüğüm ruh hâlimi sürdürebilseydim,
3. Bir cenâze teşyîinde duyduğum hisleri devam ettirebilseydim. Evet, ne zaman bir cenâzede bulunsam kendi kendime; «Acaba bu cenâzeye neler yapılacak, hâli nice olacak ve sonunda nereye gönderilecek?!» diye düşünürüm.” (Bkz. Ahmed, IV, 351; Hâkim, III, 326/5260)
Yine haram olmamakla birlikte yapılan başka bir yanlış ki bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin uygun görmemiş olması bizim için yeterli cevaptır; cenazenin adli bir mesele gibi zaruri bir sebep olmadığı sürece morgda ya da depoda hatta evinde bekletilmesi cenaze adına yapılan önemli bir yanlıştır. Bu konuda Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi şu şekilde ikaz etmiştir;
Talha ibni’l-Berâ hastalandığında Peygamber Efendimiz onu ziyarete gitmiş, yanından çıkınca da orada bulunanlara şöyle buyurmuştur:
“Talha’ya ölümün yaklaştığını görüyorum. Ölecek olursa bana haber verin. Techîz ve tekfîn işlerinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir Müslümanın cesedini ailesinin yanında bekletmek uygun değildir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 34)
Yine Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ali’ye de şöyle buyurmuşlardır:
“Üç şeyi geciktirme! Vakti giren namazı, hazırlanan cenâzeyi ve (evlendirmek için) dengini bulduğun kocasız kadını.” (Tirmizî, Salât, 13/171)
-Defin işlemlerinde yüksek sesle matem ve kendini tutamayarak taşkınlık yapacak kadınların da bulunmaları hoş karşılanmamıştır. Aslında kadınların cenazeye katılmaları yasaklanmamıştır fakat yukarıdaki endişe haklı bir endişe olduğundan dolayı bu noktada gereken tedbirler alınmalıdır. Çünkü sükûneti bozar endişesiyle yüksek sesle taşınması bile ihtilaf konusu olmuşken böyle bir mevzuya asla prim verilmeyeceği apaçık ortadadır.
Nitekim hanım sahâbîlerden Ümmü Atıyye şöyle demiştir:
“Biz hanımlar, cenâzeye iştirâk etmekten men edildik. Fakat cenâze teşyîi bize kesin olarak haram kılınmadı.” (Buhârî, Cenâiz 29, İ‘tisam 27; Müslim, Cenâiz, 34-35)
Bir başka hata ise üzülerek ifade etmeliyim ki günümüzde oldukça yerleşik bir uygulama olarak;
-Cenaze sahiplerinin yemek ikramında bulunması bu konuyu din işleri yüksek kurulu şu şekilde ifade buyurmuştur:
Cenaze sahiplerinin, merasime katılanlara yemek vb. ikramlarda bulunması uygun mudur?
Bir yakınını kaybetmenin üzüntü ve sıkıntısı içinde olan cenaze sahiplerinin, taziye için gelen misafirlere yemek hazırlayıp sunması ilave bir telaş ve sıkıntıya sebep olacağından mekruh görülmüştür (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 148). Bunun yerine komşular veya yakınlarının, cenaze sahiplerine ve gelen misafirlere ikramda bulunmaları sünnettir (Tirmizî, Cenâiz, 21).
Bunun yanında cenaze sahiplerinin mezarlıkta veya evde helva, ekmek gibi şeyler dağıtmalarının dinî bir dayanağı yoktur. Dinî bir gereklilik olarak görmeden yapılmasında bir sakınca olmayacağı söylenebilirse de bu tür uygulamaların kısa süre sonra cenazeyle ilgili bir dinî hüküm olarak algılanması tehlikesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ikramlar dinî bir zorunluluk olarak yapılırsa, bid’at ve hurafe sayılır.
Yine bir başka yanlış da
-Defin sırasında veya daha sonra, ölü için “para karşılığında” Kur’ân okutmak, hatim indirtmek, yine ölü için muhtelif gün ve yıl dönümlerinde “ücret mukâbili” mevlid okutmak, ziyafet vermek, bid’at sayılmıştır. Ölüm münâsebetiyle Kur’ân okunmasının, okuyan için sevâba vesîle olacağı gibi ölene de fayda sağlayacağı ümîd edilir. (Bu konuyu yazının ilerleyen bölümlerinde daha detaylı bir şekilde açıklayacağım inşallah) Lâkin bunun başkasına ücret mukâbili yaptırılması ve Kur’ân okuyanların Allah rızâsını değil de alacakları para veya hediyeyi gâye edinmesi, bu fiilin bütün fazîlet ve ecrinin zâyî olmasına sebebiyet verir.
Gelelim sorunun ikinci kısmı olan ölünün arkasından Kur'an okumak caiz midir mevzusuna...
Bu noktada öncelikle Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'den bizzat tavsiyeli "umulur ki" den çok daha öte net bilgilere;
-Ebû Üseyd Mâlik İbni Rebîa es-Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda otururken Selemeoğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve:
- Yâ Resûlallah! Annem ile babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu.
Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Evet, onlara dua eder günahlarının bağışlanmasını dilersin; vasiyetlerini yerine getirirsin; akrabasını koruyup gözetirsin; dostlarına da ikramda bulunursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb 120. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 2)
“Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü Teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.” (İbni Eb-id Dünya)
İmam Sadık (ra) şöyle buyurmuştur:
“Bazı insanlar baba-anası hayatta iken onlara iyilik ediyor; ama onlar öldüklerinde onların borçlarını ödemiyor ve onlar için Allah’tan mağfiret dilemiyor. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ onu, ana-babasına asi bir kimse olarak sayıyor. Ama bazen bazı insanlar, ana-babası hayatta iken onlara karşı sert ve asidir. Ama onlar öldüklerinde, onların borçlarını ödüyor ve onlar için mağfiret diliyor. Allah Teâlâ böyle bir adamı ana-babasına iyilik yapan bir kimse olarak yazıyor.” (Usul-u Kâfi)
Görüldüğü gibi nefes alıp verdiğimiz sürece hatalarımızdan dönme imkanı var. Bazen anne baba hayattayken pek bir iltifat görmese de ölümünden sonraki açılmış olan o boşluk kişiyi kendine getirir. Bu tür insanlara artık ne fayda deyip ümit kestirmemek lazım. Zaten yaşadığı vicdan azabı ona ceza olarak yetecektir onu çözümsüz koymak yerine yukarıdaki bilgileri ona ulaştırmak ve bu konuda gereken hatırlatmayı yapmak daha dostane daha insaflı bir davranış olur ve elbette daha faydalı...
Bir de şu husus birazdan hadislerde ve sahabe uygulamasında göreceğimiz gibi hiçbir şekilde gözden kaçırılmamalıdır:
Okunan Kur'an'ın ve yapılan hayrın ona ulaşması ancak mevtanın,hayır sahibinin ve Kur'an okuyan kişinin üzerindeki emeği kadardır. Tabi kardeşlik hukuku da bir emeği gerektirir. Şöyle ki üç kişi dışında amel defterlerinin kapatıldığı hadiste şöyle ifade buyurulmuştur;
Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:
"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." (Müslim vasiyet 14)
Hadisten açıkça anlaşıldığı üzere öncelikle
-Salih bir evlat yetiştirmeye teşvik bu imkanın bulunmadığı durumda
-İlme katkı ya da
-İnsanların faydasına bir eser
İşte tüm bu üç şık da insanı hayattayken ölü gibi yaşamaktan men eden özelliklerdir. Yoksa bunlardan herhangi birinin gayretine girmemiş zaten yaşarken de bir ölü gibi yaşamış insanlar için ne mezhep alimleri ne de sahabe uygulamasında bu konuya dair bir örnek bulamayız...Tüm bu bilgiler ışığında mezheplerin görüşlerini değerlendirecek olursak ki öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki bir mezhep imamı kadar arapçaya vakıf olmadan hadisin sahabe arasındaki uygulanışını bilmeden sadece tercüme olarak bildiğimiz hadislerle hüküm koymamız doğru bir davranış olmaz. Bu noktada biz ancak mezhep imamlarının görüşlerine itibar etmek durumunda kalırız. Yukarıdaki özellikleri taşıyan değerli kardeşlerime sonsuz saygılarımı sunarım. Ayrıca yukarıdaki kesin uygulamaları kabul edip diğer görüşleri kabul etmeyen kişileri de ötelememiz doğru olmaz tıpkı mezhep imamlarının görüşleri doğrultusunda o uygulamaları kabul edip uygulayanları ötelememizin doğru olmadığı gibi... Bu konuda İmam Malik dışındaki maliki alimleri ve diğer üç mezhep imamı konuyu şöyle açıklamışlardır;
Hanefi mezhebinde; kabirde olsun, başka mekânlarda olsun, ölülere Kur'an okumak caizdir. Hanefiler, okunan Kur'an'ın sevabının bağışlanması durumunda, bunun ölüye ulaşacağını kabul ederler. (İbni Nüceym, el-Bahru'r Rik, III, 63; Meydani, el-Lübab, I, 38; İbni Abidin, Reddu'l Muhtar, I, 844)
Hanefi kitaplarının hemen hemen tamamında, şu metin yer almaktadır:
Kişi namaz, oruç, zekat, hac ve Kur'an okumak gibi bir ameli işler de sevabını başkasına bağışlarsa, bunu hangi niyetle yaparsa yapsın, bu yapılan bağış yerine ulaşır ve kendisine bağış yapılan kişi bundan faydalanır. Ölü veya diri olması fark etmez. (Ayni, el-Bidaye, III, 844)
Hanefiler buna delil olarak;
Efendimiz (asm)'ın, ümmeti adına kurban kesmesini;
Ölülere Yasin okunabileceğini gösteren hadis-i şerifi;
Ölü adına yapılan hac ve sadakanın, faydalı olacağını gösteren hadisleri;
Ve kabirlerde, Yasin ve İhlas suresinin okunabileceğini gösteren, hadisleri delil göstermişlerdir.
Muhaddis ve fakih Ayni'den İbni Abidin'e kadar, hemen hemen bütün Hanefi âlimleri, bunda müttefiktirler.
Hanbeli mezhebindeki görüş de Hanefiler gibidir. Hanbeli mezhebinde, ölülere Kur'an okumak caizdir.
Ahmed İbni Hanbel Hazretleri, önceleri, kabirlerde Kur'an okunmasını caiz görmemiştir. Daha sonra ise bu fetvasından dönmüştür. Onun dönmesine sebep olan hadise şudur:
Ahmed İbni Hanbel Hazretleri, Muhammed b. Kudâme el-Cevheri ile birlikte, bir cenazeye katılmışlardı. Bir adam bu esnada, kabrin başında Kur'an okumaya başladı. İbni Hanbel Hazretleri: "Ey falanca, kabirde Kur'an okumak bidattır." diyerek, Kur'an okumasına engel oldu. Bunun üzerine, yanındaki Muhammed b. Kudâme, Ahmed İbni Hanbel'e şöyle sordu: Mübeşşir b. İsmail el-Halebi hakkındaki düşüncen nedir? Ve ondan hadis aldın mı?
İbni Hanbel Hazretleri, bu kişinin güvenilir olduğunu ve ondan hadis aldığını söyledi. Bunun üzerine Muhammed b. Kudâme, Leclac hadisini, Mübeşşir b. İsmail'in kendisine rivayet ettiğini söyledi. Leclac hadisi şöyledir:
Sahabeden Leclac Hazretleri, oğluna vasiyette bulunurken şöyle demiştir:
“Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezara koyduğun zaman şöyle de: بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مِلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ Sonra da üzerime toprak atarak düzelt. Daha sonra da başımın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben Hz. Peygamber'in böyle dediğini duydum.” (Taberani, XIX, 220, 221; İbni Asakir, Tarihu Dimeşk, XXXXX, 292; el-Beyhaki, IV, 56)
Bu hadisi duyan İbni Hanbel Hazretleri, Kur'an okumasını engellediği adamı çağırttı ve okumasına devam etmesini istedi. (İbni Kudame, el-Mugni, II, 424)
İşte bu hadiseden anlıyoruz ki, İbni Hanbel Hazretlerinin son görüşü, kabirlerde Kur'an okumanın, caiz olduğu yönündedir. Hanbeli mezhebinin önde gelen fakihlerinden, İbni Kudame el-Makdisi Hazretleri ve İbni Teymiye; Ahmed İbni Hanbel'in bu görüşünün, son görüşü olduğunu söyler ve bu görüşü tercih ederler. (İbni Kudame, el-Mugni, II, 424; İbni Teymiye, Mecmû'ul Fetava, XXIV, 366)Yine Hanbeli mezhebinde, kişinin, kendi kabri üzerine Kur'an okumayı vasiyet etmesi caizdir. Çünkü onlara göre, şu üç durumda Kur'an'ın sevabı ölüye ulaşır:
- Kabrin yanında okumak,
- Okumadan sonra dua etmek,
- Sevabını, ölünün ruhuna niyet ederek okumak. (Vehbe Zuhayli, el-Fıkhu'l İslam, 8/51)
Bu konuda Hanbeliler, Hanefiler gibi çerçeveyi geniş tutarak, "Ne tür ibadet olursa olsun, kişi yaptığı ibadetin sevabını ölülere bağışlarsa, Allah'ın izniyle ölü bundan faydalanır." demişlerdir.
Şafi mezhebine gelince; İmam Gazali, İbnü's Salah, İmam Nevevi, Muhibbü't Taberi, İbnu'r Rıfat, İbni Hacer, İmam Suyuti, İmam Şirbinî gibi, neredeyse bütün Şafi âlimleri, ölülere Kur'an okunabileceğini kabul etmişlerdir.
İmam Nevevi ki, Şafilerin, İmam Şafi'den sonra, ikinci büyük imam olarak gördükleri zattır. Bu zat, İmam Şafi Hazretlerinin şu sözünü nakleder:
“Ziyaretçilerin kabirde, Kur'an'dan bir bölüm okumaları müstehaptır. Şayet Kur'an'ın tamamını okurlarsa bu daha güzel olur.” (Nevevi, el-Ezkar, 137; Riyazu's-Salihin)
İbni Kayyım, “Ruh” isimli kitabında, Hasan b. Sabbah Zafera'nın şu sözünü nakleder:
“İmam Şafi'ye sorduğum zaman, O: ‘Kabirde Kur'an okumanın hiçbir sakıncası yoktur.’ demiştir." (İbnü-l Kayyım el-Cezviyye, Ruh, 19)
Şafi Mezhebinin ikinci imamı olan İmam Nevevi, bu görüşü benimsiyor ve İmam Şafi'den de bu görüşü naklediyor. İmam Gazali, İbnü's Salah, İbni Hacer, İmam Suyuti, İmam Şirbînî gibi, Şafi mezhebinin büyük âlimleri, yine bu görüşle amel ediyor.
Maliki mezhebine gelince; Maliki mezhebinde iki görüş vardır. İmam Malik Hazretleri, ölüye Kur'an okunmayacağı görüşündedir. İmam Malik'e göre, okunan Kur'an'ın sevabı, ölüye ulaşmaz. Maliki mezhebinin müteahhir denilen, İmam Kurtubi ve Abdulhak el-İşbilî gibi sonraki âlimleri, özellikle de Endülüs fukahası, ölülere Kur'an okunabileceğini ve sevabının ölülere ulaşacağını söylemişlerdir. (Kurtubi, et-Tezkira, I, 96; Abdulhak, el-Âkıbe, 254)
İmam Kurtubi Hazretleri bu konuda şöyle der: Kur'an okuduktan sonra ölülere bağışlanan sevap, ölüye ulaşır. Çünkü Kur'an bir dua, istiğfar, yakarma ve istirhamdır. (Kurtubi, et-Tezkira, I, 103)
Maliki imamlarından Kadı İyaz da ölüye Kur'an okumanın, müstehap olduğunu söyler.
Yine Maliki mezhebinde, şartsız olarak, kişinin kendi kabri üzerine, Kur'an okunmasını vasiyet etmesi caizdir. (Vehbe Zuhayli, el-Fıkhu'l İslam, VIII, 51)
Bütün bu anlattıklarımızı toparlayacak olursak:
Sizden birisi öldüğünde onu durdurmayın, onu kabrine koyma hususunda acele edin. Kabrinde -İçinizden birisi- ölünün başucunda Fatiha suresini okusun ve ayak ucunda da Bakara suresinin sonunu okusun. (Taberani, Mu’cemu’l Kebir, XII, 340; el-Beyhaki, Şuabu’l İman, VII, 16, hadis no: 9294)
Sahabeden Leclâc r.a şöyle vasiyet etmiştir: “Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezara koyduğun zaman şöyle de: بِسْمِ اللَّهِ وَعَلَى مِلَّةِ رَسُولِ اللَّهِ Sonra da üzerime toprak atarak düzelt. Daha sonra da başımın ucunda Bakara suresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben Hz. Peygamber’in böyle dediğini duydum.” (Taberani, XIX, 220, 221; İbni Asakir, Tarihu Dimeşk, XXXXX, 292; el-Beyhaki, IV, 56)
اِقْرَؤُا يس عَلَى مَوْتَاكُمْ Ölülerinize Yasin suresini okuyun. (Ebu Davud, Cenâiz, 24; İbni Mâce, Cenaiz, 4; Nesai, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle, s. 58)
Şimdi sizden ricam bu son paragrafı dikkatle okuyalım.
-Evvel emirde vasiyetin sahabenin bizzat çocuğuna yaptığını göz önünde bulundurarak amel defteri kapanmayanlar grubundaki ilk kişi yani salih evlat bırakmanın önemine,
-Hadisteki ölülerinize ifadesi göz önünde bulundurularak bizim ölülerimiz yani hadiste ifade buyurulduğu gibi kıblemize yönelen kestiğimizi yiyen bizdendir şeklinde düşünerek hayatıyla müslümanlığına bizleri şahit kılmış kardeşlerimize ve amel defteri kapanmayanlar grubundaki ilme katkı ve insanlığa fayda sunan müslümanlara onlar adına yapacağımız her türlü hayır ve hasenatın ulaşacağını görüyoruz. Aslında bu noktada belki de anlaşamadığımız konu yukarıdaki şıklar gözardı ederek yapılan toptancı aceleci tefekkür ve ciddiyetten uzak uygulamalardır bir de bu noktada belki yanlış anlaşılan başka bir mevzu da Kur'an'ı hayat kitabı olmaktan çıkarıp bir mezarlıklar kitabı haline getirme endişesiyle alimlerin mezarlıkta Kur'an'ı açarak yüzüne okumanın hoş karşılanmadığı şeklindeki görüşleridir. O yüzden ölüye kur'an okunur şeklindeki görüşlerin tamamı esas aldıkları hadis itibariyle yüzüne olarak elinde bir kitab tutarak değil ezberden okumalardır. Bunlardan anlıyoruz ki Kur'an önce hayat kitabı haline getirilmeli sonra tıpkı Zekeriya Aleyhisselam'ın "arkamdan gelecek yakınlarımdan endişe duyuyorum"(Meryem 5) ifadesinde olduğu gibi arkamızdan Kur'an'ı hayatında yaşatarak "yürüyen Kur'an" olacak salih nesillerin yetiştirilmesi mevzusunun doğru anlaşılmadan bu işlere kalkışılmasıdır.
Sözlerime burada son verirken ölüye Kur'an okunmaz diyerek taziye evlerini yanlış muhabbetlerin boş sohbetlerin döndüğü hatta cenazeyi defnettikten sonra asıl evi düşünmek gerekirken konut kredilerinin konuşulduğu mekanlar haline getirme hatasına düşmeyelim. Hayat boşluk kaldırmaz gerçeğini unutmayalım.Okuyalım anlatalım belki yukarıdaki anlatılan şartları taşımaması nedeniyle ölü buna layık değilse bile diriler layıktır ve hala nefes alıp verdiklerine göre düşünüp öğüt alma imkanı vardır bu imkandan mahrum etmeyelim.
Rabbimden niyazım ardımızda bizi hayırla yâd edecek, birkaç güne hapsetmeyecek salih dostlar ve salih nesiller bırakmayı nasip etsin başka bir yazıda buluşmak üzere Allah'a emanet olun...
HAKTAN BİLEN