DEPREME DAİR SORULAN SORULAR

DEPREME DAİR SIK SORULAN SORULAR 

 SORU 
Gaziantep'ten depremzede bir kardeşimiz;
 Selamün aleyküm hocam ben çok korktum ve şehir değiştirmemize rağmen çocuklar ve ben sürekli yüreğimiz ağzımızda imanımızın zayıflığından mıdır bu
Ne tavsiye edersiniz hocm ben çok dardayım. 
Allah razı olsun hocam selamet versin evlerimize kavuştursun bizi bu korkularımız sıkıntılarımız da günahlarımıza kefaret olsun rabbim korktuklarımızdan emin kılsın umduklarımıza nail eylesin Allaha emanet olun.
 SORU 
 Hocam afetzedeler için gelen yardımlardan ne zamana kadar ve hangi şartlarda kullanabiliriz? 

 SORU 
 Deprem bölgesinden ayrılmayı bencillik gibi görüyorum bir türlü ayağım dönmüyor hocam Ne dersiniz 

 VE ŞİMDİLİK GELEN SON SORU: 
 Bulunduğumuz şehirden ayrılıyoruz bir hafta 10 gün diye niyetlendik Ama ne olur bilmiyoruz bu durumda namazlarımızı seferi olarak mı kılarız yoksa normal olarak mı? 

 İLK SORU 
Ve aleykümselam ve rahmetullah kıymetli kardeşim
Korkmak insanî bir duygudur. Kesinlikle utanılması ve endişe edilmesi gereken bir durum değildir biz insanız aciziz ve insan olduğumuz için de korkarız. Sadece biz değil örneğin cengaverliği ile meşhur cihat meydanı'nda çarpışırken şehit düşmeyip yatağında öldüğü için gözyaşı döken Halid Bin Velid radıyallahu anh de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip bir korkusundan bahsetmişti. Efendimizin tavsiyesi olan bir dua ile yenmişti korkusunu. Yine sahabe bir gece ansızın gelen bir sesle korkmuş ve sarsılmışlardı bu durum hadis-i şerifte şöyle anlatılır;
Enes b. Mâlik'den, naklen

 Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) insanların en güzeli, en cömerti ve en cesuru idi. Bir gece Medine halkı gerçekten korktu da bir takım insanlar sesin geldiği tarafa gittiler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise dönerken onlara rastladı. Sesin geldiği tarafa doğru onlardan önce gitmişti. Ebû Talha'nın çıplak bir atına binmiş; kılıç boynunda : 

« Korkmayın! Korkmayın!» diyordu. Enes demiş ki: Biz onu derya bulduk. Yahut o gerçekten derya imiş. Halbuki hantallığı ile ma'ruf bir at idi. (Tirmizî cihad; Ahmed b. Hanbel, III; 171, 180, 185, 274, IV; 203)
 Yani insanlar korkar. Önemli olan bu korkunun içimize yerleşip bizi esir alacak kadar şiddetlenmemesi için çaba sarf etmektir. Bizim kendi tedbirlerimizle engel olamayacağımız durumlar vardır deprem de bunlardan biri. Bu bize hayatın tüm kontrolünün bizim elimizde olmadığını gösterir. Bizim irademize bırakılmış bir takım şeyler olsa da bizim irademizin dışında gelişebilecek olan birçok olay vardır kainatta deprem de bunlardan birisi. Şayet bu korkuyu doğru kullanabilmek istersek öncelikle duyguları üzüntüyü bastırmaya çalışmak yerine doğru kimselerle paylaşmayı tercih edelim. 
 Bu tarz yönlendirme yapabilecek kişiler en az afetzedelere erzak ve ısınma yardımı yapabilecek kişiler kadar önemlidir. Örneğin şu anda rehber öğretmen psikolog kardeşlerime tavsiyem ve ricamdır bu günlerde insanları dinlemek onları hakka sevk edecek gönül alıcı sözler söylemek diğer zamanlarınkinin fevkinde daha değerlidir. 
 Bazen de insan kaybettiği yakınları için onlar öldü ben kaldım diye ya da neden ben kaldım diye kendini suçlar üzülür. Her şeyini yitirmiş gibi bir anlamsızlık duygusu oluşur içinde bu duygulara teslim olmamak için o insanları bize karşılıksız bahşeden Rabbimize tutunalım. Unutmayalım onlar bir süre önce hayatımızda yoktu ve sonra Allah onları bize ikram etti emanet olarak verdi ve şimdi de katına aldı. Vakti geldiğinde de yine bir araya getirecek. Şimdi bize düşen o vakti sabırla bekleyebilmek nasıl ki yoğun bakımdaki hastamızı hemen göremiyoruz biraz vaktin geçmesi gerekiyor bu ayrılığı emreden doktor ne hastayı ne de beni zarara sokuyor her ikimizin de iyiliği için bunu yapıyor şu anda da sebebini bilmediğimiz henüz anlayamadığımız bir rahmetin eseridir bu yaşadığımız. Fakat bunu anlayabilmek için biraz beklemek lazım.
Beklerken elbette ki hiçbir şey yapmadan duruvermek boş kaldığın zaman tekrar yorul emrinin hilafına sürekli boşluklar açmak kendimizi boşlukta hissetmek ve bunu telafi etmek için çabalamamak bizi onulmaz sıkıntılara düşürebilir.
 O yüzden doğru zamanda yeterince yaşanılan acı insanı bir sonraki imtihana daha güçlü bir şekilde çıkmasını sağlarken vaktinde yaşanmayan bastırılan ya da sürece uzatılan bir acı insanı ümitsiz perişan bir hale düşürür ki şeytanın görmeyi en çok istediği mümin bu mümindir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in oğlu ibrahim'i kaybettiği zaman gözlerinin yaşarması gibi kalbin hüzünlenip gözlerin yaşarması gibi insan üzülür gözyaşı döker fakat sonra başka yaraları merhem olmak için yola koyulur bazen yara sararken yaralarını sarar insan ... 
 Çocuklar çoğu zaman şok anında yaşadıklarını hatırlayamaz ya da rüya gibi hatırlarlar enkazdan çıkarılan çocukların hallerine baktığımız zaman bunu daha iyi anlıyoruz. Bizzat ben kendim de bu afetlerde en çok çocukları düşünüp çok korkmuşlar mıdır acaba? Gibi sorular zihnimi kurcalarken deprem gecesi depremi bizzat yaşayanlardan biri olarak 10 yaşındaki oğlumun evden hızla çıkıp sığınma bölgesine geldiğimizde "anne rüyamda birisi sürekli deprem oluyor çıkın diye bağırıyor ve tekbir getiriyordu" dedi. Olayın şokuyla rüya ile gerçeği ayırt edememiş. Hani dedim ki demek ki Rabbimin merhametinin başka bir yansıması bu olsa gerek. Zaten enkazdan çıkarılan çocukların sözlerine kulak verdiğimizde onları nasıl bir sekinetin indirildiğine daha derinden şahit oluyoruz... O yüzden kendimize hakim olabilir güven veren, sevgisini yansıtan ama kendi tedirginlik ve endişesini çocuğa yansıtmayan veliler çocukların daha hızlı toparlanmalarına yardımcı olurlar. Fakat kendi endişesini çocuğa sürekli koruyup kollama yanından ayırmama şeklinde yansıttığında ister istemez iki hasta ortaya çıkar. Tabii burada yapılacak yanlış bir yaklaşım da depremi sadece helak olarak görmek ve çocuğa böyle yansıtmak. Evet ciddi bir uyarı olarak görebiliriz Rabbimizin ne kadar güçlü olduğunu görebiliriz. Fakat çocuklara bunu Allah öfkelendi o yüzden böyle oldu şeklinde yansıtmamız kesinlikle doğru olmaz. Öncelikle dünyanın kontrolünün bizim elimizde olmadığını öğretmek zaman zaman böyle şeylerin olabileceğini fakat sanki sınavda çıkan kademeli sorular gibi olduğunu her soruyu çözdükçe bir sonraki soru ve bir gün son soruda büyük ödülün bize geleceğini aslında bize çok acı gelen ya da imtihandaki öğrenciye çok zor gelen bir sorunun henüz cevabını bilmediği için çok zor geldiğini ama çalışan hazırlıklı olan öğrencilere bu sınavın daha kolay olduğunu ve sonunda çok büyük bir ödüle kavuşacağını tıpkı engelli yarışlarda her engelden sonra Evet daha büyüğü daha yükseği gelir ama sonunda kupayı kaldırdığımız gibi bir gün büyük ödüle (cennete) ulaşacağımızı öğretirsek umarım ki o tertemiz kalpleri bizden çok daha kolay kabullenecektir.

 BİR BAŞKA SORU 
Depremzedeler için toplanan yardımların dağıtılması konusunda sergilediğimiz yanlış tutumlar; 
Bu yardımlar konusunda ÜÇ ÇEŞİT DAVRANIŞ ORTAYA ÇIKIYOR. 
 A) İhtiyacı olmadığı halde gidip isteyenler ve yığım ve yağma yapanlar
 B) İhtiyacı olduğu halde verilince kabul etmeyenler.
 C) Bir de şu anda ihtiyacı olmasa bile sürecin uzama endişesi ile ileride ihtiyacı olabileceği düşüncesiyle alanlar ya da almakta tereddüt edenler. Bakalım asr-ı Saadet bu soruları nasıl cevaplamış.

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 ‘İhtiyacını giderecek kadar bir şeyleri olduğu halde insanlardan isteyen ancak cehennem ateşini çoğaltmak istemiştir’ dedi. 

Sahabeler dediler ki:


− İstemeyi gerektirmeyecek yeterlilik nedir? 

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 –‘Sabah ve akşam yiyeceği miktarıdır’ buyurdu.” 


Ebu Davud 2/281, Albânî Sahihu’l-Cami 6280
 Burada anlatılan istemek olduğunu unutmayalım yani bir günlük yiyeceği ve içeceği olduğunda kendisine istenilmeden geldiğinde almanın bir sakıncası yoktur fakat bir günlük yiyecek ve içeceği varken gidip istemesi problemdir

Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):‘ Kendisine yetecek miktar malı olmasına rağmen dilenen kimse kıyamet günü yüzünde yaralar ve sıyrıklar olduğu halde gelecektir’ buyurdu.” 

Ahmed Müsned 1/388, Albânî Sahihu’l-Cami 6288, Müslim.
Birinci tip davranışlar için zikredilmiş olan bu Hadis-i Şerifler bizlere yağmanın ve insanlardan yüzsüzce istemenin tehlikesini göstermektedir. Fakat bir de ihtiyacı olduğu halde verileni kabul etmeyen insanlar vardır ki Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem " kardeşinin canı gönülden yaptığı ikramı kabul eden bağışlanır" (Cem ul fevaid hibe) buyurarak kabul ettiği takdirde veren kişiyi mutlu edecek ikramların geri çevrilmemesi gerektiğini bize öğütler. Bir de aslında zaruri ihtiyaç olmayan ve kişinin talep etmediği halde kendisi de hediye edilen ikram edilen bir yardıma karşı tavrı nasıl olmalıdır sorusu var ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile Hz Ömer arasında geçen şu diyalog bize bu konuda nasıl yapmamız gerektiğini öğretir;

Sâlim İbni Abdullah İbni Ömer, babası Abdullah İbni Ömer’den, o da Ömer radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre Ömer şöyle dedi:

 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arada sırada bana gâzilik bahşişi verirdi. Ben de kendisine: 

 Bunu benden daha fakir ihtiyaç içinde kıvranan birine verseniz, derdim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de cevaben: 

- “ Sen bunu al! Göz dikmediğin ve istekli de olmadığın halde sana gelen böylesi malı al. Kendine mal et, ister ye ister tasadduk et! Fakat böyle olmayan bir malın peşine de düşme! ” (Buhârî, Zekât 51; )

İşte bu olay bize zaruri ihtiyacımız olmasa bile ikramı geri çevirmemenin daha doğru olduğunu alıp ihtiyacımız yoksa ihtiyacı olan birine verdiğimizde bize hediye edenin hediye sevabını Bizim de verdiğimiz kişiye sadaka sevabını alacağımızı gösterir. Bu çift yönlü sevaptan mahrum kalmamak ve peygamber tavsiyesine uymak daha doğru bir davranıştır

Son olarak DEPREM BÖLGESİNDEN AYRILIP AYRILMAMAK KONUSUNDA gelen bir soru için şöyle cevaplayayım: 
Elbette insanın doğup büyüdüğü yeri bırakıp gitmesi çok zordur. Fakat unutmayalım ki bütün yeryüzü müslümanlarındır. Nasıl ki bir başka Müslüman yaşadığı yerde sıkıntı çıkıp bana sığındığında sanki o toprak sadece benimmiş gibi yanlış tavırlara girmiyorsam ben gideceğim zaman da bu şekilde düşünmeliyim Çünkü ben başkasının olan bir yere gitmiyorum benim olan bir yere gidiyorum. Rabbim bütün yeryüzünü bizim için yarattı. Şu anki haliyle yardımda enkaz kaldırmada, dağıtımda sağlıkta bir şey yapamayacak olan hele hele küçük çocuğuyla sıkıntı yaşayan onların sağlıklarını riske atma tehlikesi olan birinin duygusallıkla hareket ederek çıkıp gitmeyi ihanet gibi görmesi bir yeri fazlaca benimseyip tutunup kalmaktan kaynaklanabilir. Yardım yapabiliyorsam ne ala kardeşimin elinden tutabiliyorsam ne ala fakat benim ihtiyacım varsa bir başka kardeşimin de bana iyilikte bulunmasına fırsat vermemin hiçbir sakıncası yoktur.

 VE SON OLARAK GELEN BİR SORU İSE 
Bulunduğumuz şehirden ayrılıyoruz bir hafta 10 gün diye niyetlendik Ama ne olur bilmiyoruz bu durumda namazlarımızı seferi olarak mı kılarız yoksa normal olarak mı?
Sevgili kardeşlerim seferilik için niyet geçerlidir her ibadette olduğu gibi yola çıkarken kesin olarak 15 günden az bir süre için kalmaya diye çıktıysak namazlarımızı seferi olarak kılabiliriz
Fakat yola çıkarken herhangi bir gün niyeti koymadan ortam düzelinceye kadar işler yoluna girinceye kadar şeklinde bir niyetle çıktıysak sadece yolculuk süresince seferi olarak kılar gideceğimiz mekana vardığımızda mukim olarak kılmaya devam ederiz.

 NOT: Bütün yazılarımda soru sahibini anlamak için onun gibi düşünerek bazen onun yerine kendimi koyarak yazardım ki yanlış cümle kurmayayım kardeşimin yaşadığı halden uzak bir tavra düşmeyeyim. Fakat bu yazıyı depremi bizzat yaşayan o bölgede bir süre vakit geçirmek durumunda kalan sorunun hiç uzağında olmayan bizzat içerisinde olan biri olarak yazıyorum. Ümmeti Muhammed'e afiyet dileklerimle bu çetin imtihandan imanımız ve insanlığımız daha güçlü olarak çıkmak duasıyla....
 @HAKTAN BİLEN

Seviker
Yükleniyor...