Evlilikte din üzerinden tartışmalar
SORU
Hocam eşim hep din üzerinden benimle tartışıyor kocanım şunu yapmak zorundasın, bunu yapmak zorundasın, hocam Allah aşkına ben inançlı bir insanım ama artık imanımı kaybetmekten korkuyorum. Allah bizi gözetmiyor mu da bu erkekler bu kadar hadsiz davranabiliyor. Bizi korumuyor mu din bi tek erkeklerin dini mi kadınlar neden hep eziliyor. Bana sürekli dediği şey senle ben bir değiliz ben de nefiste biriz ve birbirimiz üzerinde haklarımız var diyorum. Senin sorumlulukların nedeni ile hakların fazla ama bu nefsimi ezme hakkı yada kibir hakkı vermiyor diyorum.
Mesela ben istediğim yere giderim sen benden izinsiz gidemezsin şehir dışına ben sana açıklama yapmak zorunda değilim sen benden habersiz annene bile gidemezsin. Hocam neden böyle ben gerçekten kaldıramıyorum.
İmanımı kurtarmak için boşanayım mı ben bilmiyorum. Çünkü aksi şekilde dinden uzaklaşacağım. Zaten dikkat ettiğim konularda, çok üstüme geliyor. Benim babam dindar değildi hocam bana başörtüsü konusunda olsun başka şeyde olsun hiç baskı yapmadı. Baskı beni çok zorluyor ben herşeyi severek yaptım bugüne kadar ama şimdi eşimin inadına uzaklaştığımı hissediyorum, korkuyorum gerçekten.
Fikir ve düşünceler konusunda zorba diyebilirim onun dediği olmak zorunda. Korkuyorum evlatlarımızı baskı ile uzaklaştırmasından.
Ha bide şey var, kocana hayır dersen melekler sana lanet eder yatağını ayırırsan öyle. Ya erkekler ? Bizim moralimiz bozuk olamaz mı içimizin almadığı olamaz mı ? Erkekler kendileri yatak ayırınca onlara lanet eden bir melek yok mu? Hocam Allah adaletlilerin en adaletlisi ben artık gerçekten kalbim tatmin olsun istiyorum
Kadın neden bu kadar ezik? Neden çaresiz ? Çocuklara daha bağlı ve asla bırakamıyor. Mesela bugün kulak misafiri olduğum bir hanım sohbetinde bir teyze anlattı oğlu gelini ayrılıyor adam çocuğu istememiş kadına kalmış. Çocuk diye başımızı yiyorlar sonra ayrılsan bakmıyorlar ya anne babaya baktırıp kendileri uğramıyor bile. Sorsan çocuk babanın ama hiçbirinin umrunda değil çocuk gerçekten sadece çoğalmak için mi önemli. Çocuk yetiştirme ile ilgili tek kitap okutamadım dünyadan haberleri yok ellerinde telefon, oyun. Çocuk son anda kılınan namaz ile mi görecek baskı ile anlatılan dinle mi ? Çok arada kalmış çok çaresiz hissediyorum hocam kadın kimliğim, dinim, nefsim çok bocalıyorum ben (Müslümanca evlilik bu ise tabi). Size aslında islamda kadının yeri neden böyle anlatılıyor gösteriliyor sağlam kaynak var mı o yüzden danışıyorum
CEVAP
Zor bir soru ile muhatabız. Hangi tarafı sustursak öbür tarafı küstürme endişesi ile bismillah deyip başlayalım... İnşallah her iki tarafı da küstürmeden tatmin edici delilerle gönüllerini teskin ederiz diyelim. Yalnız soru kadın-erkek ilişkilerine dair oldukça detaylı sorulmuş olduğundan ve aslında bazı yanlış anlaşılmalar sebebiyle toplumda yer etmiş derin mevzulara değmediğinden cevabı da soru gibi uzun olacak ümidim o ki kitapçık mesabesinde bu yazıyı sabırla sonuna kadar okuyabilmeniz.
Sorunun ilk kısmı ile başlıyoruz hocam eşim hep din üzerinden benimle tartışıyor değerli kardeşim din yani teslim olduğumuz terbiye elbette hayatımızın her alanına nüfuz edecektir. Haşr suresinde Rabbimiz; ''Eğer bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik onun haşyetten tuzla buz olduğunu görürdün'' buyururken burada geçen suda' kelimesi farklı bir formatta baş ağrısı tabiri için de kullanılır ve nasıl ki başa gelen her şey bütün vücudu ilgilendirir, işte din de böyledir tüm hayatı ilgilendirir.
Fakat bu tartışma ile değil karşılıklı anlaşma ve hoşgörü ile yürür yürümelidir. Tartışma bitiş çizgisi olmayan bir yarıştır. Nerede duracağımızı bilemeyip konuyu hiç de istemediğimiz bir boyuta taşıyabiliriz çünkü.
Öncelikle zorundalık mevzusu ile başlayalım. Evlilik neticede bir anlaşmadır ve elbette her iki tarafın da uymak zorunda olduğu maddeler vardır. Bu pencereden baktığımızdan zorundalık kısmında belki haklı görebiliriz ama bu zorunluluk sadece kadın için geçerli değildir aynı mevzu fazlası ile erkek için de geçerlidir. Allah azze ve celle adildir ve bu adaletin gereği sorumluluk kadar hak, hak kadar sorumluluk vermiştir. Çünkü bir insana hak verip sorumluluk vermemek de zulümdür, sorumluluk verip hak vermemek de... Fakat işin üzücü tarafı bugün sorumluluklarını bihakkın yerine getiremeyen bireyler, söz konusu hakları olduğu zaman adaletin keskin kılıcı kesilmeleri elbette ki ihmal edilen tarafı hak ve adalet arayışına ve ucu bucağı bilinmeyen tartışmalara itiyor.
Doğal olarak itidal elden gidip her ikisi de dengeden uzak bir hale bürünüyor. Bu din sadece erkeklerin mi diye soruyorsunuz elbette değil fakat gözden kaçan durum kadınların da ciddi bir din eğitimine gereken önemi vermediğini görüyoruz. Örneğin asr-ı saadette kadınlara yönelik hadislerin yanlış anlaşılmalarını Aişe annemizin sürekli düzelttiğini görürüz. Fakat bugün fetanet sahibi hanımların bu zeka ve inceliği başka sahalarda kullanıyor olması dine bir hanımefendi gözüyle bakıp hanımların ihtiyacına yönelik bir bakış açısı kazandırmayı engellemiştir.
Örneğin;
Ebu Hureyre radıyallahu anh'in, Hz. Aişe tarafından tenkit edilen önemli rivayetlerinden biri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den naklettiği “Uğursuzluk, evde, kadında ve attadır.” (Kenzü’l-ummâl, V, 196) anlamındaki hadistir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh'in bu hadisi mealini verdiğimiz metinle rivayet ettiği Hz. Aişe’ye aktarılınca, hemen müdahalede bulunarak onun bu hadisi iyi kavrayamadığını söylemiş ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Ebu Hûreyre’nin dediği gibi değil de bir rivayete göre, “Allah Yahudileri katletsin. Onlar şöyle derler: Uğursuzluk evde, kadında ve attadır.” (Tayâlisî, Müsned, s. 215) bir başka rivayete göre ise, “Câhiliye devri insanları şöyle derler: Uğursuzluk, kadında, hayvanda ve evdedir.” (Müslim, Selâm, 119) buyurduğunu bildirerek, Ebu Hüreyre radıyallahu anh’i tashih etmiştir.
Bir başka rivayette yine Ebu Hureyre radıyallahu anh'den "Kadın, eşek ve köpek namazı bozar. Fakat önünde deve semerinin arka tarafındaki yaslanılan ahşap kadar bir şey bulunursa bu onu korur." şeklinde aktarılan bir rivayete Hz. Aişe, "Bizi eşeklere ve köpeklere mi benzettiniz. Allah'a yemin ederim ki ben Rasululah'ın önünde sedirin üzerinde yatarken onun namaz kıldığını gördüm. Bazen ihtiyacım oluyor, Rasulullah'ı rahatsız etmemek için oturmak istiyordum ve ayakları arasından çıkıyordum." diyerek itiraz etmiştir.
Hz. Aişe'nin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'ın sünnetiyle tashih ettiği bu hadislere bir diğer örnek de şudur: İbn Amr'ın, kadınlarına guslettiklerinde saç örgülerini çözmelerini emretmekte olduğu Hz. Aişe'ye ulaşınca şöyle demiştir: "Ibn Amr'a hayret doğrusu. Bari bir de başlarını traş ettirmeyi emretseydi. Biz Rasulullah ile birlikte aynı kaptaki suyla yıkanıyorduk da ben başıma üç defa su dökmekten fazla bir şey yapmıyordum." Yukarıda Hz. Aişe'nin kendisine ulaşan rivayetleri Kur'an bilgisi ve Sünnetle eleştirip düzelttiği görülüyor. Fakat bugün yukarıda da belirttiğim gibi hanımefendi kardeşlerimiz farklı kulvarlarda öne çıkmayı tercih ettiklerinden bu konuda büyük bir boşluk oluşmuş sonuç olarak din sadece bir cinsiyete ait gibi bir anlayış meydana çıkmıştır.
İnançlı bir insan olduğunuzu belirtmenize rağmen size bu soruları sorduran da işte bu durumdur.
İkinci sorunuza gelince insanların birbirlerine sorumluluklarıyla kibretmeleri garip bir durumdur. Evet Nisa suresinde buyurulduğu gibi erkekler kadınlar üzerine kavvamdır. Peki ya kavvam ne demektir?
“Erkekler kadınlar üzerinde kavvam, yani yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın insanların bir kısmını diğerlerinden üstün yaratması ve bir de erkeklerin, kendi mallarından mehir ve evin geçimi gibi harcama yükümlülüklerinin olmasıdır…” (Nisa, 4/34) “Koruyucu ve yönetici” olarak çevrilen kavvâm kelimesi; bir işe bakan, mesuliyetini alarak onu gereği gibi yapıp sonuçlandırmaya önem veren manasını taşır.
Dikkat edelim ki ayette kocaların eşleri üzerindeki değil de genel olarak erkeklerin kadınlar üzerindeki koruyuculuk ve yöneticiliğinden bahsedilir. Erkeklerin bu özelliği de biri fıtrî, diğeri ise kesbî ve içtimâî nitelikte olan şu iki sebebe bağlanır:
Birincisi; Allah insanların bir kısmını diğerlerinden daha üstün özelliklerle yaratmıştır. Yanlış anlaşılmasın, burada erkeğin yaratılıştan sahip olduğu üstünlük her bakımdan değil, “kavvâm”lık vazifesinin gerekleri olan bazı hususiyetlerdendir. Fizikî güç, idarî kabiliyet gibi özellikler bunlar arasında sayılabilir. Örneğin bir tarafta cesaret ve sehavet (cömertlik) öne çıkarken diğer tarafta şefkat ve dikkat öne çıkar ve her ikisi de sağlıklı bir nesil yetiştirmenin vazgeçilmezleridir. Örneğin kadınların sözde çok konuştuğundan bahsedilir ama bu özelliğin çocuğu dinlerken ve sorduğu konuda açıklama yaparken ne büyük ihtiyaç olduğu göz ardı edilir. Kur'an’ın belirlediği aile ve toplum içindeki iş bölümünde, kadınla erkek arasında mutlak bir eşitlikten bahsetmek doğru değildir. Burada belki İbni Kayyım'ın şu meşhur benzetmesini göz önünde bulundurmak gerekir. Kadın erkek eşittir ama bu eşitlik ayakkabının eşitliği gibidir. Sağ tek ve sol tek her konuda eşit gibi görünür ama sağı sola, solu sağa giydiğimiz zaman ikisine de zulmederiz. Ancak her iki cinsin fıtratlarına uygun düşecek bir iş bölümünden ve dayanışmadan söz etmek mümkündür.
İkincisi; erkekler mallarından harcama yapmaktadırlar. Yani aile geçimini ve diğer mali yükümlülükleri üstlenen cins erkektir. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren genellikle ailenin geçimini sağlayan taraf erkek olmuştur. ve evine harcamaya mecburdur. Evet erkek eşini çalıştırmayabilir, kadın ise çalıştığından eşinebilir. Her ikisi de haktır. Fakat şayet çalışan bir kadına talip olmuşsa ve baştan buna müsaade edilmişse bu durumda hanımefendinin işi gereği dışarı çıkmaları ve bu çalışmanın getirdiği fedakarlıklara göz yummuş demektir. Fakat bugün insanlar evlilik öncesi konuşulmuş ve karara bağlanmış olması gereken bu durumu önce göz göre göre kabul edip evlilik sonrasında problem çıkarır hale gelmişlerdir. Erkek olsun kadın olsun kişi kendisini tanımalı neye ne kadar tahammül edeceğini bilmeli ve muhatabını yormadan önce böyle bir kişiyle evliliği kaldırabilir miyim sorusunu kendisine sormalıdır... Bugün insanlar hem çalışan hem zeki hem zevklerine hitap eden bir hanım olsun ama aynı zamanda bize de hiçbir şeyimize itiraz etmesin gibi bir hayalin peşindeler... Böyle bir durum Hz Hatice'nin nadirati kadar nadirdir. ki Onun muhatabı da her konuda en güzel örnek olan peygamber aleyhisselamdır. Evet güzel ve soylu bir hanımefendidir, zengindir, itaatkardır çünkü ulaştığı cevherin farkındadır... Bununla birlikte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'den yaşça büyük ve 25 yaşındaki bir delikanlı için yaşlı denilebilecek bir hanımefendidir. Yani evlilikte baştan gözetilecek ve sonrasında asla taraflara mutsuzluk sebebi olmaması gereken konular baştan konuşulacaktır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin çok evliliği işin ehli olan ya da olmayan birçok insan tarafından konuşulmuş fakat maalesef şu durum gözardı edilmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Ayşe annemiz hariç tüm eşleri daha önce bir evlilik geçirmiş ve pek çoğu çocuklu olarak ve kendi tercihleri dışında çocuklarından ayrılmaksızın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gelmişlerdir. Yani Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hane-i saadetleri bir eğitim yuvası haline dönüşmüş her yaştan çocuk ve ergen in bulunduğu bir yer haline gelmiştir. Bugün kendi çocuklarına dahi tahammül edemeyen, ilgilen şu çocukla diye anneye paslayan babalara baktığımızda Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin eşlerinin çocuklarının eğitimi ile dahi itina ile ilgilendiğini görüp söyleyecek bir kelime bulamıyoruz... Örnek olarak
Ömer İbni Ebû Seleme radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken, elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:
“Yavrucuğum, besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!”. Buhârî, Et`ıme 2, 3; Müslim.
Bırakalım babaları bugün annelerin bile çocukların hatalarına bu denli şefkatli yaklaşımlarını özler hale gelmişiz.
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in evliliklerinde göz ardı ettiğimiz başka bir husus Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin farklı yaş ve tabiatlardaki hanımefendilerle bir evliliği sonuna kadar sürdürmesi ve işin ucu bir harama dayanmadığı sürece ısrarla tabiatlarını değiştirmek için bir teşebbüste bulunmamasıdır. Fakat bugün müslüman yuvalarda ısrarla benim dediğim çizgiye geleceksin yarışını görmek bizi üzmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ne kıskanç tabiatlı bir hanımın kıskançlığından dolayı aşağılamış ya da değiştirmeye çalışmış ne de ev işlerini beceremeyen bir hanımı beceriksiz diye yafalayıp küçük düşürmüştür.
Bu yüzden eğer islamı ve müslümanca bir yuvayı eşinizin davranışları ile değerlendirirseniz eksik bir kanıya varırsınız.
Bir gün Hazreti Safiye validemiz, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize, Hz. Aişe annemizin evinde iken bir tabak yemek gönderdi. Güzel yemek yapmasıyla bilinen Safiye annemizi Aişe annemiz kıskandı ve bu duygunun tesiriyle hizmetçinin eline vurarak yemeği yere döktü, tabak iki parçaya ayrıldı.
Bunun üzerine Allah Resûlü orada bulunanlara: “Anneniz kıskandı.” buyurarak iki parçaya ayrılan tepsiyi alıp eliyle birleştirdi, yiyeceği içine koydu. Sonra da evdekilere “Yiyin!” buyurdu. Evdekiler yediler. Daha sonra hizmetçiye sağlam olan başka bir tepsi verdi, kırık olan tepsiyi ise Hz. Aişe’nin odasında tuttu. (bk. Buhari, Nikah, 106; İbn Mace, Ahkam, 14; Ebu Davud, Buyu, 91; Nesai, İşretü’n-nisa, 4)
Bu durum, insanların hatalarını düzeltmeye çalışırken öğrenmemiz gereken harika bir nitelik. Çoğu kez, bizler değer verdiğimiz şeyleri itelemeye ve o insanın böyle davranmasına neyin sebep olduğunu anlamadan nasihat vermeye başlıyoruz. Bu hadisten harika bir ders çıkarıyoruz, Peygamber Efendimiz (asm) başka bir eşi yemek gönderdiğinde bir kadının içinde dolaşabilen kıskançlığı anlıyor. Ne onu azarlıyor ne de diğerlerinin önünde ona bağırıyor. Kırılan tabağı yenisiyle değiştirmesini sağlıyor ve mesele oracıkta halloluyor. Aile içinde çıkabilecek bir krizin nasıl yönetileceğine harika bir örnek. Bugün değil iki kadın, iki çocuğumuz arasında böyle bir hadise geçse dahi acaba bu sabrı ve şefkati gösterebilir miydik??? Sonra peygamberin çok evliliğini konuşalım... Ya da değil bir kadını hoş tutmak, kendini idare etmekten aciz insanların bir kadına muamelesini konuşalım önce. Hz Aişe'nin gösterdiği Bu tepki herhangi bir müslüman erkeğin evinde hele de akrabalarının önünde yapılmış olsaydı nasıl bir tavır sergilerdi? İkinciyi düşünmeden önce birinciye ne kadar tahammül edebilirimi düşünmek lazım...
Ya da şu aşağıdaki oldukça sağlam ve sahih rivayetleri tekrar bir gözden geçirip bir tek kadının gönlünü hoş tutmayı beceremeyenlerin bu işin şakasını bile yapma lüksü olmadığını oturup konuşalım. Kaldı ki onun da ayrıca şartları vardır fakat bu yazının konusu değil.
Enes b. Mâlik anlatıyor: “(Veda Haccı yolculuğu esnasında) Ümmü Süleym Hz. Peygamber"in sallallahu aleyhi ve sellem eşleriyle beraberdi. (Enceşe isimli) bir kılavuz onların develerini yönlendiriyordu. (Enceşe söylediği ezgilerle develeri hızlandırınca) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle seslendi: "Ey Enceşe, kristalleri taşırken yavaş ol!" ” (M6039 Müslim, Fedâil, 72)
Kristallerin kırıldığında ne kadar kesici olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım
İbn Abbâs"tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “En hayırlınız, ailesine en güzel davrananınızdır. Ben de sizin aranızda aileme karşı en hayırlı davrananım.” (İM1977 İbn Mâce, Nikâh, 50)
Evet kıymetli peygamber takipçileri var mı aramızda böyle bir iddiada bulunacak olan? Yoksa bir çok müslüman erkek eşinin ve çocuğunun kendisini idare etmesini mi bekliyor??? İdare eden büyür kaç yaşında olursa olsun... Kadınlara gelince takvanın en üst boyutundaki hadisleri öne sürüp, iş erkeklere gelince Hz Ayşe ile yapmış olduğu koşu yarışını, Hafsa annemizle savaş meydanında dahi bir akşam yürüyüşünü, Safiye annemiz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem in devesinin terkisinde iken uyukladığında onu kibar dokunuşlarla ve en şefkatli ses tonuyla uyandırmasını bunlar hep birer kere olmuş şeylerdir diyerek geçiştiren kişiler değildir İslam ümmetine kadın ve erkek haklarını öğretecek insanlar...
Ebû Hureyre"den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Allah"ım! Ben iki zayıfın; yetimin ve kadının hakkına el uzatılmasını yasaklıyorum.”
(İM3678 İbn Mâce, Edeb, 6)
Bir diğer sorunuz olan hesapsız izinsiz çıkmamak ve erkekler sessiz sedassız sualsiz çıkıp gidebilir mi sorusuna gelince
Evet kadın kocasından izinsiz çıkmamalı çünkü erkek eşini koruyup gözetmek ile memurdur. Aynı zamanda kadının dışarı ile ilgili gerek eğitim gerek maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamakla da sorumludur. Çocuğun doktoru veli toplantısı giyimi kuşami v.s.her şeyi kadına bakarken kadının bir soluklanmak için çıkmış olduğu yürüyüşe veya helal olan bir faaliyete engel olması acaba adalete ne kadar sığar. Madem izin konusunda bu kadar hassastır bu işler neden kadınların sırtında diye sormak lazım... Fakat yine bu eşinden izin alması gerektiği gerçeğini örtmez.
Kadın eşinden izinsiz çıkamaz da erkek habersiz gidebilir mi ?Bakın nasıl buyuruluyor;
Adam’ın birisi, gece acele edip evine vardığında, evinde bir lambanın yandığını ve hanımın yanında bir şey (kimse) olduğunu gördü. Hemen kılıcını çekti. Hanımı, “Acele etme, (gördüğün karartı) filanca kadın veya kızdır saçımı tarıyordu.” dedi. Adam bu olayı Hz. Peygambere anlatınca, o da: “Kişinin geceleyin ehline / evine gitmesini nehyetti / menetti.” Bu rivayet sahihtir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no:7738)
Yok öyle baskın yapar gibi eve girmek ve sessiz sedasız çekip gitmek. Hangi kaptanın gemisini habersiz terk ettiği görülmüş ya da Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hira'ya Hz Hatice'den habersiz çıktığı?... Savaşlara giderken dahi eşleri haberdardı. Nasıl bir çobanlıktır ki idaresindekileri bırakıp ortadan kaybolsun... Böyle anlamsız yarışlarla idare olunmaz. Bu iş karşılıklı sevgi ve anlayış da yürür peygamber Aleyhisselam hira'ya çıkar Hatice annemiz ona azık götürür...
Fakat acaba Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem herhangi bir konuda eşinden izin almış mıdır diye sorsak bakın ne ile karşılaşırız;
Aişe! Müsaade etsen de nafile namaz kılsam: Efendimiz (s.a.v.) eşinin yanındayken gece için şöyle dedi: "Ey Aişe! Müsaade edersen bu gece Rabbimle beraber olmak istiyorum."
Hz. Aişe: Elbette. Nasıl isterseniz ben de onu isterim dedi. Hz. Peygamber o gece sabaha kadar namaz kıldı. Peygamberimiz (s.a.v.) her gece teheccüd kılardı. Bazen teheccüd vaktinde -yani sabah namazı öncesi- eline aldığı suyu uyuyan Hz. Aişe'ye serper ve onu namaza kaldırırdı.
Evet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hanımefendinin gayet insani bir ihtiyacını bugün işim var diye değil bana müsaade etsen diyerek nezih bir ifade ile gece namazı için hatırlatma yapmıştır.
Yani kadının eşinden izinsiz nafile oruç tutması haramdır öncelikle bu kabul edilmeli ama erkeğin de kadının insani ihtiyaçlarını peygamber aleyhisselam'ı örnek alarak anlayışla karşılanması gerektiğini görüyoruz...
İmanımı kurtarmak için boşanayım mı sorusuna gelince şeytan bize her zaman soldan yanaşmaz sağdan da yanaşır ve bazen batılı hak kisvesinde gösterir. Dinimizin %50 sini koruduğumuz bir müesseseden imanımızı kurtarmak için o müessesenin kapısına kilit vurmayı üfler kalbimize... Halbuki boşanmak elbette rabbimizin müsaade ettiği bir durumdur en sevmediği helal olmakla birlikte... Lakin bugün toplum olarak henüz İslam'ın kalplere ve yuvalara hakkıyla nüfuz etmediği bir dönemi yaşıyoruz. Bu yüzden tası tarağı toplamadan önce şu hususları göz önünde bulundurmalıyız; Allah bize iki gemi örneği verir biri Nuh aleyhisselamın gemisi, diğeri ise Yunus Aleyhisselam'ın bindiği gemi ilki;
Yapabileceği her şeyi yapmış üzerine düşen vazife de bir milim eksik bırakmamış birini sahili selamete ulaştıran gemi, diğeri ise henüz yapabilecek şeyler varken mekanı erken terk eden fakat bu davranışıyla dahi bizlere bir örnek olan kavminin hidayetine sebep olan fakat gemiden atılan birini bize öğreten bir gemi... Şimdi siz hangi gemide olduğunuzda bir bakın ve kararınızı buna göre verin...
Babanızın baskıcı biri olmadığından bahsediyorsunuz evet güzel bir tutum lakin duruma göre eşini ve evladını korumak ve bu korumanın içerisine uhrevi anlamdaki sorumluluklar ve onları ateşten korumak da girmeli. Rabbimiz şöyle seslenir
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır. Tahrim 6
Fakat elbette dileseydi zorla da bize kulluk ettirecek güce sahip olan rabbimizin sonuçlarına katlanmak şartıyla bizi tercihlerimizde serbest bıraktığını unutmadan bu yolu tanıtmak ve ellerinden tutmak bir baba olarak vazifemizdir. Elbette Bu vazifeyi icra ederken;
Hz. Ebu Hureyre (r.a.) rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın kullarından Allah’a en sevgili olanlar: Güneşi ve ayı gözleyenler, Allah’ın kullarını Allah’a sevdirenler ve Allah’ı da kullarına sevdirenlerdir. (Beyhaki, es Sünenü-l Kübra) hadis-i şerifini ve evladının kendisine ihsan'da bulunması için ona yardımcı olan ana babaya ne mutlu hadisi şerifini unutmadan yolumuza devam etmeliyiz. Baba baskı yapmasa bile en azından hadis-i şerifte bildirilen şu hakları yerine getirmelidir. Tamamen serbest bırakması doğru bir babalık yaptığı anlamına gelmez...
“Allah Teâlâ (Kur’ân-ı Kerîm’de) bâzı kullarını «Ebrâr» diye isimlendirmiştir. Çünkü onlar hem baba ve annelerine hem de çocuklarına iyilik ve ihsanda bulunmuşlardır. Anne-babanın senin üzerinde hakları olduğu gibi, aynı şekilde çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.” (Heysemî, VIII, 268)
Çocuğun Babası Üzerinde Hakları
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âzatlısı Râfi şöyle der:
“Peygamber Efendimiz’e:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim çocuklar üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?» diye sordum.
Şöyle buyurdu:
«–Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona yazı yazmayı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve ona helâlden başka rızık yedirmemesidir.»” (Beyhakî, Şuab, VI, 401; Ali el-Müttakî, XVI, 443)
Bu mevzûdaki diğer bâzı hadîs-i şerîfler de şöyledir:
“Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, zamanı gelince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı öğretmesidir.” (Ali el-Müttakî, XVI, 417)
“…Hayatta ona saygın bir yer kazandırması ve ona güzel bir terbiye vermesidir.” (Beyhakî, Şuab, VI, 401-402)
Çünkü özellikle yaşadığımız dönemde artık zor ve baskı ile bir şey yapma imkanı kalmamış çocuklarımıza akıl ve gönül birlikteliği ile yön vermek yapacağımız en doğru iş olmuştur.
Erkeğe hayır demek meselesine gelince direkt olarak sizin ifadenizle aldığımız zaman erkekler kendileri yatak ayırınca onlara lanet eden bir melek yok mu? Hocam Allah adaletlilerin en adaletlisi değil midir?
Onlara lanet eden bir melek var mı bilmiyorum Fakat emanetin hesabını soracak bir Allah var
Veda hutbesini hatırlayalım;
"Siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız"
Say ki birine kitabını emanet ettin sana cildi dağılmış üstü çizilmiş yaprakları kırışmış olarak geldi ne düşünürsün?
Allah'ın emaneti olarak alınmış kadın Kullar rabb'inin huzuruna hak etmediği bir muameleyle çıktığında acaba o emaneti üstlenen nasıl bir muamele ile karşılaşacak?
Kadın hakları net ve kesin ifadelerle geçmemişse şayet elbette ki bu kadına zorbaca davranan bir toplumda hak ettiği değere birden kavuşan kadınların taşkınlık yapmamaları içindir. Çünkü ani gelen her şey üzüntü de sevinç de tolere edilinceye kadar bir süreç gereklidir.
Sizin şu anda yapmış olduğumuz şikayeti asrı saadet döneminde erkekler
"Ya Rasulallah kadınlar kendilerine hak verileliberi bizi dinlemez oldular'' şeklinde gelip Rasulullah'a şikayette bulunmuşlar. Hz Ömer radıyallahu anh' in gelip "ya rasulallah biz öyle bir kavim idik ki kadınlar üzerine galip idik. Vallahi şimdi onlar bizim üzerimize galip gelmekteler" dedirtecek bir hal üzerine düşmüşlerdir.
Bakınız sorduğunuz sorunun bu bölümüne dair TDV İslam ansiklopedisi nasıl cevap veriyor;
Dinî-hukukî anlamda daha çok meşrû olan cinsî münasebeti ifade eden cimâ, İslâm dininde karı ile kocanın karşılıklı hak ve vecîbelerinden biri kabul edilmiştir. Fıkıh bilginlerine göre taraflardan her biri bu anlamdaki eşlik görevini yerine getirmek mecburiyetindedir. Kur’ân-ı Kerîm’de karı ile kocanın birbirine karşı konumunun birer elbise, birer örtü (libas) durumunda olduğu beyan edilerek (el-Bakara 2/187) insanın hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan tatmin görüp huzura kavuşabilmesi için karşı cinse olan ihtiyacı vurgulanmıştır. Câhiliye Arapları sosyal hayatlarında kadına çok az değer veriyor, bunun sonucu olarak da evlilik ve aile müessesesi zayıflamış bulunuyordu. İslâmiyet ise kadına yeni birçok hak tanımış, onun dinî, sosyal ve ekonomik konumunu ileri bir seviyeye yükseltmiştir. Bu değişikliğin etkisiyle olacaktır ki Câhiliye dönemi alışkanlıklarından henüz tam kurtulamamış bulunan bazı müslüman erkekler hanımlarının sert davranışlarından şikâyet etmeye başladılar. Bu arada kadınların tepki psikolojisinin etkisiyle meşrû (mâruf) sınırı zorlamış olmaları da muhtemeldir. Bu tür şikâyetlerin ortadan kaldırılması ve karı ile kocanın uyumlu bir cinsî hayat sürdürmelerinin sağlanması amacıyla Hz. Peygamber özellikle kadının meşrû bir mazereti olmadığı halde kocasının cinsî isteklerine olumlu cevap vermemesinin Allah’ın gazabına ve meleklerin lânetine sebep olacağını ifade etmiştir (Buhârî, “Nikâḥ”, 85; Müslim, “Nikâḥ”, 120-121). Buna karşılık erkeklerin de kocalık vazifelerini ihmal ettiklerini yansıtan olaylar tesbit edilmiştir. Nitekim Hz. Ömer döneminde kocasının ilgisizliğinden şikâyet eden bir kadın halifeye başvurmuş, halife de iki tarafı dinledikten sonra kocasının en az dört günde bir hanımıyla beraber olmasını tavsiye etmiştir (İbn Kudâme, VII, 29). Yine Hz. Ömer sefere çıkan askerlerin, gidiş dönüş dahil olmak üzere dört aydan fazla ailelerinden uzak kalmamalarını sağlayan bazı esaslar koymuştur.
Tabi burada maalesef erkeklerin bu konuda mazeret kabul etmez tabiatlarını dile getirirken bazı hanımların da hiç yakışık almaz bir şekilde bu ihtiyacı bir koz olarak kullanmaları hatta bir adım öteye giderek erkeği terbiye etme aracına dönüştürmelerini de maalesef gözardı edemeyiz... İşte bu yaklaşımların önüne geçmiştir bu tarz rivayetler.
Bizim moralimiz bozuk olamaz mı biz hayır diyemez miyiz sorusuna gelince
Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır." (Bakara, 2/228)
Bu ayette bahsedilen "bir derece" cinsellik konusunda değildir. Cinsellik konusunda erkek-kadın eşittir. Erkeğin bir derece daha haklı olduğu konu onun kadını gözetmesi, malını koruması, onu idare etmesi, ailenin yükünü çekmesi açısındandır.
Sorunuzla ilgili olarak Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
"Kocası yanında iken onun iznini almadan bir kadının nafile oruç tutması helâl olmaz. Kadın, kocasının izni olmadıkça, evine hiç kimsenin girmesine izin veremez." (Buhârî, Nikâh 86; Müslim, Zekât 84)
"Kişi cinsel ilişkide karısını çağırdığı zaman, karısı ocak başında yemek pişiriyorsa da kocasının davet cevap versin." (Tirmizî, Radâ` 10)
Hadis bize dünyevi herhangi bir meşguliyetin bu isteğe hayır deme lüksü vermediğini gösteriyor. Fakat sağlık ve psikolojik sebeplerle hayır denilmesi durumunda farklıdır çünkü hastaysa halsizse bile denmemiş yemek için tandır başında olsa ile denmiştir. Demek ki anormal temizlik anlayışları ile ya da dünyevi bir telaş sebebiyle bu isteğin reddedilmesi erkeğe, hastalık ve güçsüzlük gibi rahatsızlıkların göz ardı edilerek yüklenmek de kadına zulümdür.
Hastalık, zayıflık ve güçsüzlük gibi bir sebeple cinsel ilişkiye dayanamayan ve bu yüzden istemeyen kadın da cinsel ilişkiden sakınabilir. Hatta böyle bir durumda kadınla cinsel ilişkiye girmek ona zarar vereceğinden erkek sorumlu olur. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-Dürriyye I/26.)
"Kişi karısını yatağa çağırdığı zaman (bir özrü olmadan) kadın gelmekten kaçınır, kocası da bu sebeple ona kırgın olarak gecelerse, melekler sabaha kadar o kadına lanet ederler." (Buharî, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 120)
Tüm bunlarla birlikte, aslında sükunet sebebi olması gereken bir durumun kadın tarafından sudan sebeplerle, erkek tarafından kabalık ve anlayışsızlıkla sükunetten eziyete dönüşmesi hedeften ne kadar sapıldığını açıkça göstermektedir. Ayrıca kocanın cinselliğinden yararlanmak da kadının hakkıdır. Bu hakkını almasına yardımcı olmak da kocasının görevidir. Kocanın bu görevini yapmaması, onu suçlu ve günahkar yapar.
Ve son olarak ellerinden düşmeyen telefonlarla son vakitte kıldıkları namazlarla mı örnek olacaklar çocuklarımıza sorusuna gelince;
''Müminlerin erkekler de kadınlar da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.
Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. Allah’ın rızâsı ise hepsinden büyüktür, işte büyük bahtiyarlık da odur. (Tevbe 71 ve 72 )
Bu ayetleri göz önünde bulundurduğumuzda velayet makamının birbirimizin hatalarını düzeltmek birbirimize iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak konusunda ne denli önemli olduğunu Fakat bugün iyiliği emretme konusunda ya zorbaca, ya da laf sokmak incitmek amaçlı sözleri ve tutumları görünce bu ayetin bağlamından çok uzak kaldığımızı görüyoruz. Bir taraf kendini sorgulanmaktan tamamen uzak, Lâ yüs'el konumuna koyarken diğer taraf akıllısının tehlikeli, diğerinin ise evlenmeye elverişli olmadığı garip bir hale düşmüştür.
Bir taraf kocan firavundan da mı kötü diğer taraf Nuh peygamberin eşinden de mi insafsız soruları ile muhatap olmuş fakat her ikisinin de müslüman olmadığı gözardı edilmiş bu tavırların müslümana yakışır tavırlar olmadığı dile getirilmemiştir. Bugün bir erkek karısına ben firavundan da mı kötüyüm derken verdiği örneğin müslüman bir örnek olmadığını karısına hesap sorarken aslında kendisini ne kadar küçük düşürdüğünü, bir kadının ben Nuh peygamberin eşinden de mi kötüyüm diye hatırlatma yaparken eşine hiçbir şekilde saygı duymamış eşinin ardından iş çeviren bir kadınla kıyaslayarak değerini ne kadar düşürürdüğünün farkına varmalıdır. Halbuki Müslüman başkasının kötülüğüne bakıp kendini iyi düşünmez aksine kendi hatalarını eleştirir ve tıpkı Huzeyfe Bin Yeman gibi derdine düşüp
Ya Rasulallah dışarıya gayet yumuşak ve nazikken evimize karşı keskin dilli isek ne yapmalıyız diye sorup Efendimizden gelen cevaba kulak vermemiz gerekirdi. ''İstiğfar ne güne duruyor?''
Sonuç olarak kadına dair en önemli haklar onun yaratıcısı tarafından verilen hak ve ödevlerdir çünkü onun zaaflarını gücünü ve yetkinliğini bilen O'dur. Allah'ın emaneti olarak alınmış olan kadınları zayi etmenin hesabı emanet sahibinden sorulduğu zaman ona cevap hazırlamayan Müslüman erkek halini gözden geçirmeli, Müslüman Hanımlar ise veli olmanın gerektirdiği tavırla hareket etmeli muhatabınin da velisi olduğunu unutmamalıdır
Çünkü evlilik velayettir, sükûnettir ve rahmettir. Bu üç güzel özelliğe yakışmayan davranışlar sadece o ailede yetişen çocukları değil şahit olan gençleri de evlilikten soğutur ve sonuçta bir taraf ikinci evlilik şakalarıyla!!! birbirini inciten ailelerin, evlilikten soğumuş ürkmüş gençleri ile dolar çevremiz. Garip değil mi evlenenin dilinden ikinci evlilik şakası düşmüyor fakat bugün gençlerin kahir ekseriyeti görmüş oldukları hoş olmayan örneklerin de katkılarıyla evlilikten soğuyor.
Evet kadın eşine itaat etmelidir çünkü itaat mekanizmasının bozulduğu hiçbir kurum ayakta kalmamıştır. Hangi yapı taşına baksak bu böyledir memur amirine, asker komutanına v.s itaat etmelidir. Fakat bu itaatin sınırı nedir? Kişinin canını tehlikeye atması ya da sorumlusu olduğu kişilerin canını tehlikeye atması durumunda o sınır kalkar. Kendimizin ve çocuklarımızın aklını dinini neslini canını korumak zorundayız.
Canını tehlikeye atacak herhangi bir durumda itaat emredilmemiştir. O yüzden verilen emirlerin de tutarlı olması gerekir. Hatta o emri verenin sorumluluğu altındaki veri korumak ve gözetmek adına vermesi gerekir. Aksi verilen hakkın suistimali olur. Asrı Saadet döneminde yaşanan bir olayda bir komutan askerlerine kızar ve onlara haydi şu ateşe girin emrini verir birkaç kişi ''üst''ümüzdür girelim çabasına girerken arkadaşları onlara uyarır ve böyle bir emre itaat edilmez denir daha sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda bu olayı anlatıldığında eğer girselerdi kıyamete kadar o ateşte olacaklardı buyurur. O yüzden ne sorumluluğumuz altındaki insanları ateşe atacak emirler verebiliriz ne de o insanlardan bu tarz emirlere uymalarını bekleyebiliriz...
Sonuç olarak
Evlilik bir yarış değil barış
Adavet değil velayet
Eziyet değil sükunet
müessesesi olmalı ve bunu tesis etmek için kadın da erkek de elinden geleni yapmalı sukunet havasının bozulmaması için bitiş çizgisi olmayan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayatında örneklerini görmediğimiz anlamsız yarışlardan kaçınmalı gerekirse her ikisinin de zevk ve ihtiyaçlarından taviz vermemeleri gerekmektedir.
Göz aydınlığı eşler ve evlatlar duasıyla yeni bir yazıda buluşmak üzere Allah'a emanet olun...
HAKTAN BİLEN